1.4 Yanlış Bilginin Üretimi ve Yayılımı

İnfodeminin nasıl yayıldığını anlayabilmek için herhangi bir salgının pandemi haline gelebilmesi konusunda DSÖ’nün belirlediği kriterlere bakmak faydalı olabilir. DSÖ’ye göre bir salgının yayılabilmesi için hastalığı insanlara bulaştıran kaynağa, insandan insana bulaştırabilecek bir ortama ve bulaşa duyarlı insanlara ihtiyaç vardır. Başka bir deyişle, hastalığı ortaya çıkaran kaynağın uygun koşul ve ortamlarda o hastalığa karşı direnci düşük olan insanlara bulaşmasıyla hızlı bir yayılım gerçekleşiyor. Yanlış bilginin salgın gibi yayılması sebebi ile infodemi olarak ifade ediliyor. Yanlış bilgileri ortaya çıkaran kaynak, uygun ortam ve bağlamlarda bu bilgileri paylaşarak yanlış bilgilere duyarlı insanların etkilenmesini sağlıyor. Yanlış bilgi kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde yayılsa da kaynak, ortam ve yanlış bilgiye duyarlı kişiler infodeminin yayılması için gerekli bileşenleri oluşturuyor.

Bu analojiden yola çıkarak bilgi düzensizliklerinin unsurlarını ve aşamalarını incelemek, yanlış bilgilerin nasıl yayıldığını anlamamızı ve onlardan korunmamızı sağlayabilir. Yanlış bilgilerin nasıl yayıldığını incelerken aynı zamanda karşılaştığımız bilgilerin doğru olup olmadığını anlamamıza, eğer bilgi yanlışsa onu kimin ne amaçla yaydığını tespit etmemize, yanlış bilginin ne olabileceğini ve kimi hedeflediğini tanımamıza yardımcı olabilir.

Bir iletişimin gerçekleşmesi için kaynağın, ileteceği mesajın, bir ortamın ve alıcının olması gerekir. Ancak, iletişim tek yönlü ve kaynaktan alıcıya direkt bir şekilde iletilen bir mesaj olduğu anlamına gelmez. Kaynağın mesajı oluşturma amacı, mesajın iletildiği iletişim aracının türü, mesajın özellikleri, alıcının mesajı yorumlama biçimi gibi birçok faktör iletişimi basit bir iletim mekanizmasından çıkararak sosyal/kültürel bir etkileşim bağlamına sokar (Wardle & Derakhshan, 2017). İletişimin temel unsurları olan yanlış bilgileri yayan aktörleri, mesajları, yanlış bilgilerin nerede yayıldığını ve yanlış bilgiye maruz kalan aktörleri bilgi düzensizliklerinin unsurları olarak tanımlayarak yanlış bilgilerin nasıl yayıldığını mercek altına alabiliriz. Böyle bir ayrım hem bir bilginin nasıl yayıldığını anlamak hem de müdahale biçimlerini tartışmak için faydalı olacaktır.

1.3.1. Aktörler

Bilgi düzensizliklerinin ilk unsuru olan aktörü (agent) yanlış bilgiyi ortaya çıkaran, üreten ve yayılmasını sağlayan kişi ya da kurumlar olarak tanımlamak mümkün. Bunlar, devletler, şirketler, siyasetçiler, komplo teorisyenleri olabilirler. Ancak yanlış bilgiyi üreten ve yayan aktörler genellikle aynı kişi veya kurumlar olmazlar. Örneğin sağlık alanında uzman olmayan bir komplo teorisyeninin koronavirüsün kasıtlı bir şekilde üretildiğine yönelik açıklaması, takipçi kazanmak için atılan yanlış içeriğe sahip bir tweete, Facebook grubunda fotoğraf üzerine yazılmış bir metne, Youtube videosuna ya da Whatsapp’tan gelen bir ses kaydına dönüşebilir. Farklı platformlarda içeriği değiştirerek yanlış bilgileri paylaşan farklı aktörlerin motivasyonları da birbirinden ayrışıyor. Ayrıca dezenformasyon amaçlı içerik paylaşan aktörler doğrudan hedeflediği kitleye yanlış bilgiyi kasıtlı olarak aşılamak isterken; mezenformasyon yayan aktörlerin böyle bir amaçları yok. Bu nedenle bilgi düzensizlikleri ekosisteminde aktörlerin kim olduğunu tanımlamak ve onların yanlış bilgi paylaşma motivasyonlarını incelemek yanlış bilginin yayılımında hangi aşamada hangi aktörün yer aldığını tespit etmemize yardımcı olabilir.

Kimler Yayıyor?

Silverman (2017, ss. 42-47) yanlış bilgi ekosisteminde üç temel aktör olduğunu söylüyor: Resmî, kurumsal propaganda kaynakları, sahte haber internet siteleri ve bireysel sahtekârlar. Bu aktörlere, yanlış bilgilerin yayıldığı medya ortamlarını, sosyal medya platformlarında kullanılan trol ve bot hesapları da dahil edebiliriz. Yanlış bilgileri yayan aktörlerin kimler olduğunu detaylıca gözden geçirelim.

İlk olarak, aktörlerin kurumsal olup olmadığını inceleyebiliriz. Bu ayrım bizlere bilginin ortaya çıkması, üretilmesi ve yayılması aşamalarının sistematik olup olmadığı konusunda bilgi verebilir. Kurumsal aktörler dezenformasyon kampanyası yürüttüklerinde hem güçlü bir finansman sağlayarak farklı teknolojik araçları kullanmakta hem de bilgilerin yayıldığı alanları genişletmekteler (Wardle & Derakhshan, 2017). Bu aktörler, devletler, şirketler, komplo organizasyonları gibi kurumlar olabilir. Özellikle devletler politik amaçlarla internet siteleri ve platformlar oluşturmak, sosyal medya platformlarında kullanıcılarla etkileşim kurmak için trol ve bot hesapları kullanmak; buralarda resim, video, blog gönderileri, post veya tweet oluşturmak gibi oldukça kapsamlı iletişim stratejileri yürütebiliyorlar (Bradshaw & Howard, 2017, s. 9). Örneğin Rusya’nın dezenformasyon kampanyalarının sadece resmî haber ajansları ile gerçekleşmediği; yerel haber sitelerinde, bloglarda da dezenformasyon kampanyası yürütüldüğü iddia ediliyor.[1] Üstelik Rus devlet kurumları tarafından kurulduğu öne sürülen trol çiftliklerinde farklı kesimleri etkileyebilmek için sosyal medya platformlarında Rusya’nın politik amaçlarına uygun birçok içerik üretildiği veya farklı içeriklere yorum yapıldığı iddia ediliyor (Carroll, 2017). Bu troller özellikle de devlet destekli ajansın dezenformasyon kampanyalarını paylaşarak birçok kullanıcıya ulaşmayı başarabiliyor (Zannettou vd., 2019).

Dezenformasyon kampanyalarının kökleri Antik Roma’ya kadar götürülse de günümüzün iletişim teknolojilerinde yaşanan değişimle troller ve botlar gibi birçok aktörün dahil olması bu kampanyaların daha farklı ve etkili hale gelmesine neden oluyor. Troller her ne kadar günümüzde politik amaçlarla kullanılsa da sadece eğlence veya zarar verme amacında olan da birçok trol var. Troller, sahte kullanıcı adı ve profil fotoğrafıyla gerçek kimliğini gizleyerek iletişim akışını bozan, kullanıcıları kışkırtan veya doğrudan belirli bir grubu hedef alan hesaplar olarak internetin ortaya çıktığı zamandan bugüne varlar. Genellikle apolitik olduklarını iddia eden ırkçı ve cinsiyetçi paylaşımlarda bulunan troller hedefledikleri gruplarda negatif duygusal tepkiler oluşturarak onları etkilemeyi amaçlar (Lewis & Marwick, 2017). Bu nedenle diğer kullanıcılardan olumlu veya olumsuz etkileşim almaları onları amaçlarına bir adım daha yaklaştırır. Bu hesaplar sadece dezenformasyon yaymakla kalmaz aynı zamanda sosyal medyada nefret söylemini körükleyerek kutuplaşmaya da neden olurlar (Bulut & Yörük, 2017). Paylaştıkları mesajlar arasında doğru bilgiler de olabilir. Ancak asıl hedefleri kullanıcıları manipüle edip belirli bir konuda suyu bulandırarak kafa karışıklığı yaratmak şeklinde özetlenebilir. Örneğin bu dönemde aşı karşıtlığını savunan trol hesaplar, Covid-19 aşıları ile ilgili birçok yanlış bilgi yaydı ve tartışmaları kışkırtarak Covid-19 ile mücadelede bir engel oluşturdu. Bazı sosyal medya platformları trolleri engellemeye ve onlarla mücadele etmeye yönelik politikalar uygulasalar da etkin bir çözüm bulmak güç ve trollerin sayıları hâlâ çok fazla.

Benzer durumu bot hesaplar için de söyleyebiliriz. Bilgisayar programları tarafından işletilen ve belirli bir platformda hem gönderi oluşturmak hem de içerikle etkileşim kurmak için tasarlanan botlar amaçladıkları içeriğin tartışılmasını, paylaştıkları içeriklerde yer alan anahtar kelimelerin veya etiketlerin platformlarda gündem yaratarak konuşulan popüler konular listesine, yani trend listesine girmesini sağlar. Böylece ilgili içeriğin kamusal tartışmada belirli bir tarafında ağırlık oluşturarak destek yanılsaması yaratırlar. Birbirleriyle koordinasyon içinde hareket eden ve bir kişi veya grup tarafından yönetilen botlar ağı ise botnet olarak isimlendirilir. Bu botnet ağlarındaki botlar birbirleriyle etkileşime geçerek sosyal medya algoritmalarının fazla etkileşim alan içeriklerin ön plana çıkarması kuralı ile uyumlu hareket ederler. Bot üretiminin kolaylaşması sayılarında önemli bir artışa neden olmakta. Örneğin Twitter’daki bot hesapları inceleyen bir çalışmaya göre aktif hesapların %9-15’i bot hesaplardan oluşuyor (Varol vd., 2017). Covid-19 döneminde de botlar virüs ile ilgili tartışmaları yönlendirdi.

Botlar tarafından oluşturulan yanlış bilgilerin yayılması, bireylerin bu yanlış bilgilere inanması ve paylaşmasıyla birleştiğinde, kriz dönemlerinde yanlış kararlar alınmasına neden oluyor (Himelein-Wachowiak vd., 2021). Tabandan geniş bir desteğin var olduğu izlenimini yaratmayı amaçlayan Astroturfing olarak isimlendirilen siyasal kampanyalar ise kamuoyunun ortak kabulü, talebi varmış gibi görünmeyi hedefliyor. Bu kampanyalarda troller ile birlikte botlar da kullanılarak suni kamuoyu yaratılıyor ve tartışılan konuda çoğunluğun görüşü gibi yansıtılıyor. Bu durum aynı zamanda kendi görüşlerinin azınlıkta olduğunu düşünen kişilerin, görüşlerini paylaşmak yerine susmayı tercih etmeleri sonucunda suskunluk sarmalının oluşmasına sebebiyet veriyor. Astroturfing kampanyaları ile bu azınlık görüşler sessizliğe gömüldüğünde, gerçekte olduklarından daha da az oldukları algısı oluşuyor. Astroturfing özellikle seçim dönemlerinde veya kriz zamanlarında devletlerin kullandığı önemli stratejilerden biri olarak karşımıza çıkıyor (Keller vd., 2020).

Bilgi düzensizlikleri ekosisteminde resmî aktörlerin yanı sıra resmî olmayan aktörler de var ve onlar da bilgi düzensizliklerinin yayılma aşamalarında konum sahibi. Bu grup içerisinde siyasetçileri, ünlüleri, internet fenomenlerini, komplo teorisyenlerini, dolandırıcıları sayabiliriz. Devletlerin yürüttüğü dezenformasyon kampanyalarının aksine kaynak kullanımı açısından kısıtlı bütçe ve aracı kullanmalarına rağmen farklı gruplardan çok sayıda takipçilerinin olması, tıpkı trol ve bot hesaplar gibi paylaşımlarında nefret ve suçlama öğeleri barındırmaları onların da etkilerinin yüksek olmasına neden oluyor. Örneğin Türkiye’de aşı dezenformasyonu ağını inceleyen çalışmada koronavirüs aşıları ile ilgili kasıtlı bir şekilde yanlış bilgi yayan hesapların birçok takipçisi olduğu görünüyor ve bu hesaplar önemli sayıda etkileşim alıyorlar.

Motivasyonları Nedir?

Aktörlerin yanlış bilgileri yayma amaçlarını belirlemek hem onların motivasyonlarını tespit etmemize hem de onlarla mücadele etmemize yardımcı olabilir. Yukarıda incelediğimiz yanlış bilgileri ortaya çıkaran, üreten ve yayan aktörlerin farklılaşması her aşamada amaçların da farklılaşmasına neden oluyor. Aktörlerin yanlış bilgilerin yayılması süreçlerinde aldıkları rolleri amaçlarına göre sınıflandırmak, bu aktörlerin paylaşımlarını gördüğümüzde bu bilgiyi neden bizimle paylaştığını sormamızı gerektirir. Şüphelendiğimiz veya içerisinde nefret söylemi barındıran bir içerikle karşılaştığımızda onun neyi amaçladığını ortaya çıkarabilmek için onların motivasyonlarını incelemek önemlidir.

İnsanlar kendi görüşlerini yaymak, belirli grupları etkilemek için medyayı bir araç olarak kullanabiliyorlar. Öte yandan, yukarıda bahsettiğimiz aktörler para kazanmak, hedefledikleri grubu belirli bir politika çerçevesine inandırmak ya da karşı grubu karalamak, eğlenmek gibi amaçlarla yanlış bilgiler yayabilirler. Burada, yanlış bilgileri bilinçli olarak yayan aktörlerin çoğu zaman kendilerine fayda sağlayacak amaçlarla yanlış bilgi yaydığını akılda tutmak önemli. Çünkü mezenformasyon yayan bireyler paylaştıkları bilginin yanlış olduğunun farkında olmadıkları için paylaşma amaçları farklılaşabilir. Kasıtlı bir şekilde yanlış bilgi yayan aktörlerin motivasyonlarını üç kategoride inceleyebiliriz: Politik, Ekonomik ve Sosyolojik/Psikolojik.

Politik: Kurumsal olarak hükümetler, siyasal partiler, terör örgütleri ve diğer siyasi organizasyonlar kamuoyunu etkilemek ve fikirlerini değiştirmek için dezenformasyon kampanyaları yürütebiliyorlar. Bu gruplar varlıklarını ve meşruiyetlerini kamuoyundaki algılarını güçlendirerek sağlamayı amaçlıyor. Kamuoyunu etkilemek, belirli bir ideolojinin taraftarlığını yapmak veya seçimlerde oy kazanmak amacıyla yürüttükleri kampanyalarla politik kazançlar elde etmeyi hedefliyorlar. Dezenformasyon kampanyaları yürütebilmek ve propaganda faaliyetleri organize edebilmek için bazı hükümetler halkla ilişkiler şirketleri ile çalışabilir iken bazıları ise kendi siber birliklerini kurabilir. Örneğin Vietnam’da Propaganda ve Eğitim Bakanlığı’nda, Venezuela’da İletişim Bakanlığı’nda, Birleşik Krallık’ta ise ordu içerisinde ve çeşitli bakanlıklarda siber birlikler bulunuyor. Çin’in siber birlikleri ise daha kapsamlı. Ülke içerisinde kurulan birçok organizasyonun ortak bir anlatı yaratabilmek ve bunu yayabilmek için bölgesel ve uluslararası muadilleriyle iş birliği içinde çalıştığı aktarılıyor (Bradshaw & Howard, 2017, s. 15). Bu siber birlikler gündem oluşturmak ya da belirli bir görüşü yaymak için kullanılıyor. Örneğin Rusya’da trol çiftliği olarak anılan İnternet Araştırma Ajansı’nda (Internet Research Agency) belirli bir siyasi konuyla ilgili tartışılması istenen fikir veya konu listesinin çalışanlara verildiği, sonrasında sahte ve bot hesapların devreye girerek bu gündemi yaymaya çalıştığı belirtiliyor (Dawson & Innes, 2019). İnternet Araştırma Ajansı’nın faaliyetlerinin 2016 yılındaki ABD başkanlık seçimlerini etkileme kampanyası ile zirveye ulaştığını biliyoruz. ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı ve Ulusal İstihbarat Direktörlüğü Rusya’nın başkanlık seçimini Donald Trump’ın kazanması yönünde kampanya yürüttüğünü belirtti. İnternet Araştırma Ajansı seçimlerde sosyal, etnik gruplara yönelik duygusal manipülasyonları Trump’ı desteklemelerini sağlayacak şekilde kullandılar. Yapılan araştırmaya göre 2015 ve 2017 yılları arasında otuz milyondan fazla kullanıcı İnternet Araştırma Ajansı’nın Facebook ve Instagram gönderilerini yakın çevreleriyle paylaştı, beğendi veya yorum yaptı. Hazırlanan bu gönderiler çeşitli seçmen gruplarını ayrı ayrı hedefleyerek yanlış bilgiler içeriyordu ve kutuplaşmayı artırmayı hedefliyordu (Howard vd., 2018; Ünver, 2019).

 

ÖNERİ - İZLEYELİM
The Great Hack
2016 ABD Başkanlık seçiminin ardından Cambridge Analytica adlı bir veri şirketinin nasıl sosyal medyanın karanlık yönünün sembolü haline geldiğini keşfedebilirsiniz.

 

Hükümetler gibi siyasi partiler ve siyasetçiler de özellikle seçim dönemlerinde oylarını artırmak için gerek kendi seçmenlerine gerekse de rakip partilerin seçmenlerine yönelik dezenformasyon kampanyalarına başvurabiliyorlar. Siyasetçilerin bir reklam stratejisi olan bu yöntem geleneksel medyada ve sosyal medyada birbirini destekleyecek şekilde tasarlanabiliyor. Siyasetçiler geleneksel medyada doğrudan söylemleriyle kamuoyunu yanlış bilgilendirebiliyorlar veya manipüle edebiliyorlar. Bunun yanı sıra kamuoyunu manipüle etmek için sosyal medyayı kullanan siyasetçiler bir yandan bot ve trol hesaplar aracılığıyla belirli konularda sahte gündemler oluşturuyor, diğer yandan ise bir adayın desteğini güçlü göstermek için yine bot hesaplar aracılığıyla takipçi, beğeni, paylaşım veya retweet sayılarını artırarak sahte popülerlik sağlayabiliyorlar (Wardle & Derakhsan, 2017). 

Ekonomik: Yanlış bilgi yayan aktörlerin ikinci bir motivasyonu ise ekonomik kazanç elde etmek. Bazı halkla ilişkiler firmaları, uydurma haber kuruluşları veya internet siteleri doğrudan kazanç elde etmek amacıyla yanlış bilgi yayabilir. Tıklama başına kazanca dayalı sistemde bir içeriğin doğru olup olmadığını önemsemeden, hatta özellikle çok paylaşılarak kendisine tıklama getirebilecek içerikleri paylaşıp kazanç elde edebilir. Örneğin 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Makedonya’nın Veles şehrinde ortaya çıkan birçok internet sitesi politik amaçlardan ziyade sadece para kazanmak için sahte haber üretti. Google ve Facebook’un reklam algoritmaları sayesinde ürettikleri bu haberler viral olunca onlar da para kazandılar. Facebook ve Google her ne kadar sahte haber üreten internet sitelerini reklam vererek para kazanmasını önlemeye yönelik adımlar atsa da bu türde siteler farklı şekillerde var olmaya devam ediyor. Yanlış bilgiyi ortaya çıkaran, üreten ve yayan aktörlerin farklı motivasyonlara sahip olması bilgi düzensizliklerini daha da karmaşık hale getiriyor. Hükümetlerin veya siyasetçilerin halkla ilişkiler şirketleri ile veya medya kuruluşları ile anlaşarak da sahte haberlerin yayılmasını sağladığı bazı örneklere rastlamak da mümkün.

Sosyolojik-Psikolojik: Sosyal medya kullanıcıları çevrimiçi platformlarda statü kazanmak veya toplumsal olarak kabul görmek için dezenformasyon yayabiliyorlar. Facebook ve Twitter’da takipçi kazanmak, beğeni ve retweet almak onları daha fazla içerik üretmeye ve ürettikleri içeriklerin yanlış bilgiler içermesine neden olabilir. Hatta sosyal medya platformlarında anonim olarak çeşitli hiciv veya saldırgan içerikli paylaşımların birçok kişi tarafından paylaşılması onlara statü ve güç kazandırdıklarını hissettirebilir. Politik ve ekonomik motivasyonların aksine dezenformasyon yaymayı statü kazanmak için kullanan aktörler genellikle bireysel hareket ederler ve gündemdeki konulara eklemlenirler. Bazı içerikleri sadece şaka amaçlı paylaşsalar dahi imaların tam olarak anlatılmaması veya anlaşılmaması bunların ciddiye alınmasına neden olur. Örneğin daha önce de örnek olarak verdiğimiz Zaytung’un “Müşterilerini Umre Yerine Yanlışlıkla Rio Karnavalı'na Götüren Tur Şirketine Tepkiler Çığ Gibi Büyüyor” haberi birçok medya kuruluşlarında, internet sitesinde ve sosyal medya hesaplarında paylaşıldı.

Elbette, politik, ekonomik ve sosyolojik/psikolojik motivasyonlar birçok dezenformasyon kampanyasının yayılmasında bir arada var olabilirler. Örneğin kamuoyunu etkilemeye çalışan bir siyasal parti, bir halkla ilişkiler şirketiyle çalışabilir, medya kuruluşu tıklanma sayısını artırmak için kutuplaşmış ortamdan faydalanabilir veya yanlış bilgiler yayan bir sosyal medya fenomeni takipçi sayısını artırarak reklam alabilir. Bilgi düzensizlikleri ekosistemindeki potansiyel dezenformasyon yayan aktörlerin paylaştıkları bilgilerle karşılaştığımızda “Bu bilgiyi benimle şimdi neden paylaşıyor? sorusunu sormak ve onlara şüpheyle yaklaşmak politik, ekonomik ve sosyolojik/psikolojik motivasyonlarını ortaya çıkarmamıza ve yanlış bilgilerden korunmamıza yardımcı olabilir.

 

ÖNERİ - İZLEYELİM
Brexit: The Uncivil War
Bu film, siyasi kampanya direktörünün İngiliz seçmenleri Avrupa Birliği'nden ayrılmaya ikna etmek için tartışmalı Brexit kampanyasını konu ediyor.

 

1.3.2. Mesaj

Basit bir iletişim sürecinde kaynak ve alıcı arasında ilişkiyi mesaj kurar. Aktörler, etkilemek istedikleri hedef kitleye çeşitli mesajlar göndererek duygu ve düşüncelerini aktarabilirler. Bilgi düzensizliklerinin unsurları arasındaki mesaj en temel anlamıyla yanlış bilginin kendisidir. Bilgi düzensizliklerine neden olan aktörlerin paylaştıkları mesajlar da gündelik pratiklerimizde olduğu gibi farklı şekillere bürünebilirler. İletişim araçlarındaki teknolojik dönüşüm mesajları da dönüştürmekte. Özellikle internetin ve sosyal medyanın ortaya çıkması aktörlerin hedefledikleri gruplarla iletişim kurma biçimlerini artırıyor ve maruz kaldığımız farklı türdeki mesajlar kafa karıştırıcı olabiliyor. Artan bu mesaj türleri de yanlış bilgilerin çeşitlenmesine, farklı türler halinde karşımıza çıkmasına neden oluyor. Bu durumun en olumsuz sonucu ise bilgi bombardımanına maruz kalarak hangi mesajın ve bilginin doğru olabileceği konusunda kararsız kalmamız olabilir.

Paylaşılan mesajların içerik olarak bazı ortak noktaları da var. Gündelik hayatta da sıklıkla karşılaştığımız alıcının mesajı iletme şeklindeki ortak noktaları mesajın alıcıdaki algısını etkileme biçimleri olarak düşünebiliriz. Bu farklılık ve benzerliklere odaklanarak aktörlerin yanlış bilgileri yaymak için alıcılar ile bağ kurdukları mesajları inceleyebiliriz. Bilgi düzensizliklerinden kaçınmak ve onunla mücadele edebilmek için hem tür hem de içerik olarak bu mesajları tanımak önemlidir. Bu durum bizlere birçok farklı mesaj türüyle yanlış bilgilerin iletilebileceğini gösterir. Ayrıca yanlış bilgiler arasında belirli ortak noktalar bularak onları tanımak için örüntüler oluşturmamıza katkı sağlayabilir.

Mesaj Türleri

Bilgi düzensizliklerindeki mesaj türleri, başkalarıyla kurduğumuz tüm iletişim biçimlerini kapsayabilir ve iletişim kurulabilen her alanda yanlış bilgilerle karşılaşabiliriz. Başka bir deyişle her iletişim kurma biçimimizde bilgi düzensizlikleri olabilir. Günümüzde, her ne kadar dijital ve sosyal medya platformlarındaki yanlış bilgilerin yayılımına odaklansak da iletişimin en temel hali olan sözlü iletişimde de yanlış bilgilerle sıklıkla karşılaşabiliyoruz. Ailemizle yemek yerken, arkadaşlarımızla sohbet ederken zarar verme amacı olmadan da yanlış bilgiler edinebiliyoruz. Çok basit bir şekilde, yanlış hatırladığımız bir bilgiyi arkadaşımızla paylaştığımızı ve onun bir aile toplantısında bu bilgiyi paylaştığını düşünelim. Hem biz hem de arkadaşımız zarar verme amacımız olmadan da yanlış bilginin yayılmasına neden oluruz. Sözlü iletişim kurarken karşılaştığımız yanlış bilgiler, bizlere yanlış bilgi sorunun yeni bir olgu olmadığını, bilgi paylaşım türünün düzensiz yönünün hep var olduğunu gösteriyor.

Ancak, dijital ve sosyal medyanın gelişmesi gündelik hayatta karşılaşmadığımız kadar çok bilgiyle karşılaşmamıza neden olurken, yanlış bilgileri bizlerin karşısına farklı formlar halinde çıkardı. Bu mesajlar karşımıza metin, görsel, ses dosyası veya video olarak çıkabiliyor. Metin türünde karşımıza çıkan yanlış bilgileri basitçe kısa ve uzun metinler olarak ikiye ayırabiliriz. Kısa metinler, bilgiyi üretmenin ve tüketmenin kolaylaştığı sosyal medya platformlarında hızlıca yayılabilen içerikler, Twitter bunun en güzel örneği. 240 karakterle sınırlı tweetlerde, herhangi bir konuda duygularımızı/düşüncelerimizi ifade edebiliyoruz. Bu içerikler, çevremizde olup bitenler hakkında bilgi almak amacıyla kullanılırken birçok yanlış bilgiyle karşılaşmamıza da neden oluyor. Tüketimi kolay olan bu içeriklerin paylaşımı ve yayılımı da hızlı oluyor. Öte yandan uzun metin olarak adlandırabileceğimiz mesaj türü ise daha çok komplo teorilerini barındırarak bloglarda, internet sitelerinde karşımıza çıkıyor.

Görseller de tıpkı metinler gibi yanlış bilgilerin yayılması için kullanılan mesaj türleri. Görseller üzerinde değişiklikler yapılması, bir görselin farklı bir bağlamda kullanılması veya eski tarihli olması yanlış bilgi örneklerinden. Türkiye’deki aşı karşıtı örgütlerden biri Twitter’da koyu renkli kanın aşı olmuş kişiye ve açık renkli kanın aşı olmamış kişiye ait olduğunu gösterdiğini iddia ettiği bir görsel paylaştı. Küresel olarak da yayılan bu görsel tamamıyla dezenformasyon amacıyla paylaşılmıştı. Genellikle görsellerle iletilen ve üzerinde akılda kalıcı metin bulunan internet mem’leri ise hızlıca viral olarak yanlış bilgilerin yayılmasına neden olabiliyor. Mizah amaçlı hazırlanan bu internet mem’leri, doğruluğu kontrol edilmesi güç olan mesajlaşma uygulamalarında aile veya arkadaşlarımızla paylaştığımızda ya da sosyal medya platformlarında retweet ya da repost ettiğimizde oldukça tehlikeli hale gelebiliyor. İnternet mem’leri seçimler sırasında dezenformasyon kampanyası yürütmek, ırkçılığı veya cinsiyetçiliği meşrulaştırmak için kullanılabilir iken pandemi döneminde koronavirüs ile ilgili komplo teorilerini ve aşı karşıtlığını yaymak amacıyla üretilen örneklerle de karşılaştık.

 

ÖNERİ - İZLEYELİM
İnternet mem'leri ile ilgili bilgi almak için İdil Galip’in “İnternet meme'leri çok hızlı yayıldıkları için başarılı oldu” başlıklı videoyu izleyebilirsiniz.

 

Yanlış bilgilerle karşılaşabileceğimiz bir diğer mesaj türü ise videolar. Sosyal medya platformlarında video paylaşımlarının artması, metin ve görsel gibi farklı mesaj türlerinin bazen basit yöntemlerle bazen de ileri tekniklerle videolarda kullanılarak ilgi çekici hale gelmesiyle bilgi düzensizlikleri yaratılabiliyor. 2020 yılında Hatay’da çıkan yangınları başlatan kundaklamayı gösterdiği iddia edilen bir video paylaşıldı. Ancak sonrasında video incelendiğinde eski tarihli olduğu ve Hatay’da çekilmediği ortaya çıktı.

Videoların günümüzde yanlış bilgileri yaymak için daha tehlikeli bir hale gelmesinde ise deepfake teknolojisinin rolü büyük. Yapay zekâ sahteciliği olarak tanımlanan deepfake, insanların yüzlerini, vücutlarını, hareketlerini, seslerini gerçeğe oldukça yakın bir şekilde taklit etmek veya değiştirmek için yapay zekâ teknolojilerini kullanarak bilgi düzensizlikleri yaratmak için kullanılıyor. Bu yöntem sadece videolar oluşturmak için değil, görseller veya ses dosyalarını da başkasına aitmiş gibi değiştirmek için kullanılıyor.

Manipüle edilmiş videolar da farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. İlki bağlamdan yoksun videolar. Bu videolar, üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmayan ancak yanlış bilgi türlerinden hatalı ilişkilendirmenin olduğu yani paylaşılan olay ile videonun uyumsuz olduğu veya videonun sadece bir bölümünün kullanılarak farklı bir bağlam ile paylaşılmasıyla yapılıyor. İkinci manipüle eden video türü ise yanıltıcı kurgu. Burada ise videoya müdahale ediliyor. Videonun başı veya sonu kesilerek ya da videoya farklı sahneler eklenerek videoda konuşan kişilerin ifade ettiği şeyin tersi bir anlam çıkarılması amaçlanıyor. Sonuncusu ise videoya kasıtlı bir şekilde müdahale ederek yanlış altyazı veya seslendirme eklemek, kurguda veya görüntüde az önce bahsettiğimiz ileri teknikler kullanarak toplumu yanıltmayı hedefliyor. Bir görüntü veya videodaki bir kişinin görüntüsünü, yapay zekâ ve makine öğrenme teknikleri kullanılarak başka bir kişinin görüntüsüne dönüştüren deepfake videolar, günümüzde popülerliği giderek artan bir medya türü olarak karşımıza çıkmakta. İnternette dolaşıma girdiğinde büyük yankı uyandıran ve milyonlarca kez izlenen deepfake örneklerinden biri, ABD’li oyuncu Bill Hader’ın görüntüsünün Tom Cruise’a dönüştüğü video idi. Günümüzde, her ne kadar deepfake teknolojisi yanlış bilgileri yaymak için ana akım bir yöntem olmasa da örnekleri gün geçtikçe artıyor ve gelecekte gerekli önlemler alınmazsa oldukça tehlikeli bir araç haline dönüşme potansiyeli taşıyor.

Mesaj İçerikleri

Milattan önce Antik Yunan’da, retoriği, ikna etmenin yollarını bulma gücü olarak gören Aristoteles, belirli bir bağlamda konuşmacıları ikna etmenin ethos, pathos ve logos olarak tarif ettiği üç yolu olduğunu söyler: Ethos mesajı gönderen kaynağın karakteri ile ilgilidir. Pathos, ikna edebilmek için duyguları harekete geçirmek ile ilgiliyken, logos ise konuşmanın genel argümanı ve mantık ile ilgilidir. Aristoteles’in bu ayrımını, en başta da vurguladığımız konuşmacı, mesaj ve alıcıdan oluşan iletişim sürecinin bir yansıması olarak düşünebiliriz. Pathos, yayılan yanlış bilgilerin içeriğini anlamamıza yönelik fikir verebilir. Hem iletişim kurma biçimlerinde hem de dezenformasyon kampanyalarında mesajı gönderen kaynaklar duyguların iletişimdeki rolünün farkındadır. Reklamlarda, iletişim kampanyalarında alıcıların duygularını uyandırmak etkili bir yöntemdir. Sosyal medya platformlarında da mesajların ahlaki ve duygusal içerikte olması ideolojik gruplar içerisinde yayılımını artırıyor (Brady vd., 2017).

Biraz geçmişe gidip sosyal medya öncesi döneme dönelim. Pathos’un nasıl işe yaradığını ve nasıl kötü sonuçlar doğurduğunu Andrew Wakefield’ın otizm ve aşılar arasında ilişki olduğu iddiası üzerinden inceleyelim. Bir gastroenterolog olan Wakefield ve arkadaşları, 1998 yılında the Lancet dergisinde yayınladıkları bir makalede, KKK aşısı (kızamık, kızamıkçık, kabakulak) olan çocukların otizme yakalandığı iddiasıyla bir makale yayımlamıştı. Wakefield’ın iddialarından sonra yapılan çalışmalarda aşılar ve otizm arasında ilişki olduğuna dair herhangi bir bilimsel kanıt bulunmadığı ortaya konmuş ve makale geri çekilmişti. Fakat o dönemde Wakefield’ın çalışmasının yarattığı korku ortamı aşı karşıtı hareketin yeniden güçlenmesine yetmişti. Akabinde de kızamık, boğmaca gibi aşı ile önlenebilir hastalıklar yeniden ortaya çıktı. Günümüz teknoloji koşullarında, algoritmaların nasıl çalıştığı düşünüldüğünde, üretilen bilgi hacminin ve kontrolsüzlüğün ne kadar arttığını da tahmin edebiliriz.

Sosyal medya platformlarının anlık bilgi üretme ve paylaşımını tetiklemesi hızlı bilgi paylaşımını ve bilgi çağlayanlarını (Sunstein & Kuran, 2007) oluşturarak yanlış bilgilerin yayılmasına neden oluyor (Jasser, 2019). Mesaj içeriklerinin hedeflediği kitlelerde öfke ve korku gibi duygular uyandıran mesajlar oldukça hızlı yayılıyor. Elbette bu durum sadece yanlış bilgiler için geçerli değil. Sansasyonel veya tartışma yaratan haberler duygularımıza hitap ediyor. Yanlışlandıktan sonra bile gerçekmiş gibi aklımızda kalmaya devam ediyor. Sansasyonel olmayan haberler ise heyecan yaratmaz ve doğru olduklarını bilsek bile onları kolaylıkla unutabiliriz.

Bu durumun yanısıra yanlış bilgilerin dili genellikle basit, anlaşılır ve günlük konuşma diline uygun olarak tasarlanıyor. Günlük hayatta kullandığımız dille ve yer yer argo ifadeler barındıran bu içeriklerle ilişki kurmak daha kolay. Bu da yanlış bilgilerin daha çekici olmasına ve çok tüketilmesine neden oluyor (Wardle & Derakhshan, 2017). Örneğin dezavantajlı gruplar ile ilgili yanlış bilgi yaymayı amaçlayan bir tweet veya içerikte basit bir dil kullandığında veya sert hatta hakaret içeren ifadelerle o metin oluşturulduğunda, içeriği üreten kişi konuyu önemsiyormuş veya içten yazıyormuş gibi bir algıyı kolaylıkla oluşturabiliyor. Bu şekilde hazırlanan içerikler sadece yanlış bilgilerin yayılmasına neden olmuyor aynı zamanda nefret söyleminin yaygınlaşmasına aracılık ediyor. Özellikle de haberlerde, manşetlerde, başlıklardaki dilin kışkırtıcı, ırkçı, düşmanlığı ve ayrımcılığı tetikleyen ifadeler kullanması kalıp yargıları güçlendirerek dezavantajlı gruplara yönelik ön yargıların pekişmesiyle sonuçlanıyor (Güvengez vd., 2020).

Vosoughi ve arkadaşlarının (2018) yaptıkları çalışma, yanlış içeriklere yönelik verilen cevapların korku, iğrenme ve şaşırma gibi duyguları, doğru içeriklere gelen cevapların ise üzüntü, sevinç ve güven içerdiğini tespitini yapıyor. Ayrıca çalışma Twitter’da yanlış bilgilerin doğru bilgilere göre daha hızlı yayıldığını öne sürüyor.

 

ÖNERİ - İZLEYELİM
Yanlış bilgilerin sosyal medya yayılımıyla ilgili detaylı bilgi almak için Sinan Aral’ın “Yanlış bilgilendirme çağında gerçeği nasıl koruyabiliriz” başlıklı konuşmasını izleyebilirsiniz.

 

Mesajda duyguları etkili bir biçimde kullanmak bilginin doğruluğu veya yanlışlığından bağımsız bir şekilde mesajın etkisini arttırır. Bunun da ötesinde özellikle siyasetçiler kamuoyunu etkileyebilmek ve iletişim stratejilerini belirlemek için oldukça dikkatli davranırlar. Hatırlarsak Trump da başkan olduğu süre boyunca Twitter’ı etkin bir şekilde kullanan siyasetçilerden biriydi. Trump’ın tweetlerini inceleyen ünlü dilbilimci George Lakoff Trump’ın dört stratejisi olduğunu söylüyordu:

1.   Önleyici Çerçeveleme: Trump, herhangi bir fikri herkesten önce çerçevelemek için bir tweet atar;
2.   Dikkat Çelme: Trump, kamuoyunun dikkatini önemli konulardan uzaklaştırmak için tweet atar;
3.   Ayırma: Trump, konuya değil mesajı taşıyana özellikle de “sahte haber” yaftasını yapıştıran bir tweet atar;
4.   Deneme Balonu: Trump, herhangi bir konuda kamuoyunun reaksiyonunu önceden ölçmek için tweet atar.
Kaynak: George Lakoff’un Trump’ın Tweetlerini Sınıflandırdığı Tweeti

 

Sosyal medya platformlarının mimarileri de duygulara ulaşmaya çalışıyor. Bu platformlardaki beğeniler, retweetler veya repostlar ya da cevaplar bir performans göstergesi yaratıyor. Örnek vermek gerekirse Facebook’ta gönderileri beğendiğimizi, güldüğümüzü, üzüldüğümüzü ya da kızdığımızı ifade eden emojilerle cevap verebiliyoruz. Benzer bir uygulamayı Twitter da deniyor. Sosyal medya platformlarının beğeni ve retweet gibi ödül mekanizmaları kullanıcıların davranışlarını da etkiliyor. Mesela beğeni ve retweet gibi olumlu geri bildirim alan kullanıcılar daha fazla paylaşım yapıyorlar (Lindström vd., 2021). Bunun ötesinde daha fazla beğeni ve retweet alan sosyal medya kullanıcıları sonraki tweetlerinde daha fazla ahlaki öfke ifade edebiliyorlar. Ahlaki öfke, belirli bir normun ihlal edildiği veya adaletsizlik durumlarında ortaya çıksa da bu durum sosyal medya platformlarının ödül mekanizmasıyla kullanıcıların katılımını sağlayan iş modelinin bir parçası. Bu mekanizma dezenformasyon yaymak veya toplumu kutuplaştırmak için siyasetçiler tarafından bir silah olarak da kullanılabilir (Brady vd., 2021). Böyle bir ödül mekanizması, çok takipçisi olan bir hesabın belirli bir grubu hedef göstererek nefret söylemine ve linçe uğratmasıyla da sonuçlanabiliyor.

 

ÖNERİ - İZLEYELİM
The Social Dilemma
Bu belgeselde, sosyal ağların insanlar üzerindeki tehlikeli etkileri, kendi yaratımları konusunda uyarılarda bulunan teknoloji uzmanlarının eşliğinde ele alınıyor.

 

Gündelik hayatta veya dijital ortamda karşılaştığımız yanlış bilgi türleri bazı ortak özellikler taşıyorlar. Peki bu içerikleri tanıdıktan sonra ne yapabiliriz? Okuduğumuz bir haber veya bir tweet bizlerde güçlü bir duygusal tepki oluşturuyorsa, onu paylaşmadan önce bir durup düşünmek doğru bir tepki olabilir. Genellikle dünyada olup biten olaylar tek bir nedene indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Karmaşık bir olayı çok basitmiş gibi veya genel geçer, kanıtsız tek nedene bağlayan bilgilerle karşılaştığımızda onlara şüphe ile yaklaşmakta fayda var. Bunların dışında, haber ya da herhangi bir bilgi karşıt görüşü ortadan kaldırmak için saldırgan bir dil kullanıyorsa veya kendi argümanını desteklemek için belirli grupları hedef alıyorsa farklı kaynaklara yönelerek bilgi arayışımızı çeşitlendirebiliriz.

1.3.3. Yanlış Bilgiler Nerede Yayılıyor?

Dünyada, ülkemizde, yaşadığımız şehirde, mahallede hatta üniversitede neler olduğunu haberler ya da sosyal medya paylaşımları ile öğreniyoruz. Yaşadığımız dönemde gerçek dünyaya yönelik algılarımızın çok az bir kısmı fiziksel deneyimlere dayanıyor. Gerçek dünyaya ilişkin algılarımızın birçoğunu medya aracılığıyla ediniyoruz. Çoğu zaman bir olayı takip ettiğimiz haber kanalının veya sosyal medya hesaplarının bize gösterdiği kadarını görebiliyoruz. İletişim süreçlerinde medya araçları bilginin aktarılması için bir önemli bir bağlam oluşturuyor. Hatta McLuhan (2005) “araç mesajın kendisidir” derken çok önceden iletişim araçlarının mesajın biçimini şekillendirdiğini ve alıcısı üzerinde etki oluşturduğunu söylüyordu. Toplumsal ilişkileri belirleyen iletişimdeki mesajların biçimlerini oluşturan da medyanın kendisidir. Böylece bizim haberlere veya bilgilere ulaştığımız ortamların değişmesi mesajın kendisini de doğrudan etkiliyor.

İletişim araçları bilgileri aktarmanın ötesinde bir rol oynuyor. Aktarılan bilgiyi algılama biçimimizi de etkiliyor. Televizyonun, gazetenin, radyonun haber verme biçimleri ile sosyal medya araçlarında verilen mesajlar farklı etkiler yaratıyor. Gerbner ve arkadaşlarının (1986) erken dönemde yaptıkları çalışma televizyonun sadece bir iletişim aracı olmadığını aynı zamanda sosyalleşme açısından da önemli olduğunu gösteriyor. Bu çalışmaya göre televizyonu daha çok seyreden bireyler televizyonun sunduğu gerçeklik algısına daha çok sahip oluyorlar. Görmediğimiz yerler, tanımadığımız kişiler televizyon ile yakın oluyor. Yetiştirme Kuramı (Cultivation Theory) olarak adlandırılan bu kurama göre medyadaki temsillere daha fazla maruz kaldığımızda gerçeklik algımız bu temsiller üzerinden şekilleniyor. Ancak bu erken dönem yapılan çalışmalar daha çok televizyona odaklanıyor, medya tüketicilerinin bilgi üretim süreçlerine olan etkisini ele almıyordu. Geleneksel medyada bireyler sadece bilginin tüketicisiyken web 2.0 dönemiyle beraber medya ekosisteminde hem üretici hem de tüketici, üre-tüketici (pro-consumer) oldular. Bir başka deyişle, medyadaki tek üretim kaynağı gazeteler, televizyonlar ya da haber kuruluşları olmaktan çıkarak hepimizin bilgi üretebildiği, paylaşabildiği ve daha önemlisi bilgi ekosisteminin öznesi olabildiği bir medya sistemi oluştu. Ancak bireylerin bilgi üretim süreçlerinin bir paydaşı olması onların aslında katılımcı olmasını garantilememekte. Şirketleşen sosyal medya platformları dikkati çelmeyi ve görünürlüğü merkeze alarak kullanıcıların daha fazla kendi platformlarında kalmasını amaçlıyor. Bu platformlar, kullanıcıların ürettikleri her türlü içeriği veriye dönüştürerek hedefli reklam stratejisi geliştirmekteler. Başka bir deyişle bu platformlarda içerik üreten kullanıcıların verileri hedefli reklamlara dönüşürken, katılımcılığın tam tersine bir biçimde kullanıcıların ürettikleri karşılığı ödenmemiş, ücretsiz emek haline geliyor (Fuchs, 2016, ss. 179-220).

Sonuç olarak, sosyal medyada ürettiğimiz içerikler, tek amacı kâr elde etmek olan sosyal medya şirketlerinin hedefleri doğrultusunda bilgi haline geliyor. Bu nedenle de bilginin doğruluğu ya da yanlışlığının değerlendirilmesi önemli görülmeyebiliyor. Onlar için önemli olan bir içeriğin daha fazla paylaşılması, beğenilmesi ve sonuç olarak daha fazla insanın bu platforma dahil olması. Bu platformların algoritmaları da yanlış bilgilerin yayılmasını kolaylaştırabiliyor.

Sosyal medya platformlarının dışında, yanlış bilgiler oluşturan, bunları haber gibi sunan internet siteleri de yanlış bilgileri yayıyor. Bunun için iki şey yeterli: Bir alan adı ve barındırma (hosting). Bu çevrimiçi siteler, Google veya Facebook gibi sosyal medya platformlarından reklam geliri elde etmek için çarpıcı başlıklarla tıklanma sayılarını artırmayı amaçlıyor.

1.3.4. İzleyiciler

Bir bilgiyle karşılaştığımızda ona nasıl bir tepki verdiğimizi düşünmek oldukça önemli. Ön yargılarımızla uyumlu ise o bilgiyi doğru mu kabul ediyoruz? Ya da görüşlerimizle çelişince öfkeleniyor muyuz? Gerek geleneksel medyada gerekse de sosyal medyada karşılaştığımız haberleri veya bilgileri nasıl yorumluyoruz? Bu sorulara cevap aramak ve kavramsal bir çerçeve oluşturmak, dezenformasyon kampanyalarını ya da kötü niyetle olmasa da karşılaştığımız birçok yanlış bilgiyi nasıl yorumladığımızı ve “izleyici” olarak bizlerin bilgi düzensizliklerindeki rolümüzü anlamamızı sağlayabilir.

Her iletişim sürecinde mesajı gönderen kaynak, düşüncelerini gazeteye, radyoya, televizyona, dijital ortamda sosyal medyaya veya mesaj gönderebileceği herhangi bir bağlama kodlar. Ancak iletişim süreçlerinde mesajın kendisi tek başına anlam ifade etmez. İletişimin başarılı olup olmaması yorumcunun mesajı anlamlandırma biçiminin kaynağın amacıyla uyuşmasına bağlıdır. İlk mesajın aktörden çıkıp, medya ortamında alıcıya ulaşması direkt olarak da gerçekleşmez. Mesajı oluşturan aktörün amaçladığı, düşündüğü anlam ile mesajın alıcısının düşündüğü aynı olmayabilir.

Umberto Eco (1972) mesajın yorumcu tarafından gönderenin düşüncelerinden farklı olarak yorumlanmasını anormal kod çözme (aberrant decoding) olarak tanımlayarak, incelediği televizyon döneminde bu durumun bir norm haline geldiğini belirtir. Örneğin farklı dili kullanan insanlar, farklı kültürlere veya sınıflara sahip insanlar arasında mesajı gönderen ve onu yorumlayan çok farklı çıkarımlarda bulunabilir. Stuart Hall (1973) ise yorumcuların, yani mesajın alıcısı olanların bir bilgiyle karşılaştıklarında onu üç şekilde çözümlediklerini (decoding) öne sürüyor. Hem Eco’nun hem de Hall’un yaklaşımı mesajın alıcısını pasif bir aktör olmaktan çıkarıp, mesajla girdiği ilişkiyi alıcının sosyo-ekonomik statüsü, ideolojik-siyasi konumu ve kişisel deneyimleri ile değerlendirmekte. Yani bir metin, görsel, video veya herhangi bir mesaj kendi anlamı içinde veya sadece kaynağın amaçladığı şekilde değil mesaj ile alıcı arasındaki ilişkiyle yaratılır.

Hall’un (1973) yorumcuların mesajı nasıl aldığına yönelik soruşturmasında ilk kategori (i) baskın hegemonik (dominant-hegemonic) yaklaşım. Buna göre yorumcu mesajı kaynağın oluşturduğu şekliyle kabul eder. İdeolojik, kültürel, sosyo-ekonomik düzeylerin benzer olması mesajın gönderen ve alıcı tarafından uyuşmasını sağlar. Yorumcunun diğer tepkisi ise (i) uzlaşma yaklaşımı. Uzlaşma durumunda mesaj alıcıya tam olarak iletilirken yorumcunun çözümlemesi alıcınınkiyle bazı durumlarda farklılaşır. Yorumcunun mesaja yönelik son tepkisi ise (iii) muhalif yaklaşım. Bu durumda ise yorumcu, gönderenin mesajını tamamıyla reddeder. Bu yaklaşım ise yorumcu gönderen tarafından gelen mesajı tamamıyla algılamadığını ve çözümleyemediğini gösterir.

 

DÜŞÜNELİM
Hangi haber kuruluşlarını takip ediyorsunuz? Sonrasında ne tür yaklaşımlar geliştiriyoruz?

 

Peki hangi durumlarda mesajları kabul ediyoruz, ya da onları reddediyoruz? Buna cevap aramak için duygularımız ve aklımız arasındaki ilişkiye bakalım. Hangisiyle karar veriyoruz? Lakoff ve Johnson (2015) mantık ve duyguları, düşünme pratiğinde birbirine bağlı olarak tanımlar. Duygularımız, belirli metaforlar veya çerçeveler sayesinde oluşur ve onlar olmadan olayları anlamlandırmamız mümkün olmaz. Yanlış bilgilerin yayılmasında da insanların öfke veya korku duygularını açığa çıkaran mesajlar oldukça etkili (Vosoughi vd., 2018). Bunun en temel nedeni ise bireylerin içinde oldukları “kabile” ile bağlantıda kalması ve onlardan gelen bilgileri duygusal olarak kabul etmesi. Bu duruma bir de sosyal medya platformlarının beğeni, yorum ve yeniden paylaşma gibi özellikleri ve algoritmaları eklendiğinde bağlantılar daha da karmaşıklaşıyor. Yanlış bilgileri üreten aktörlerin bunun farkında olması ve bizlerin duygusal tepkilerini ortaya çıkaracak içerikler paylaşması bizleri yanlış bilgilere karşı savunmasız hale getiriyor (Wardle & Derakhshan, 2017).

Bununla beraber yanlış bilgilere maruz kalmamızı kolaylaştıran bazı psikolojik eğilimlerimiz var. Bunların bir kısmı sosyal medyada yanlış bilginin yayılmasıyla ilgili özelliklerle de uyuşuyor. Bizler kendi dünya görüşümüzle uyumlu bilgileri aramaya ve bizim görüşümüzle uyuşmayan bilgilerden kaçınmaya veya onları görmezden gelmeye eğilimliyiz. Bu durum bilişsel uyumsuzluk olarak tanımlanıyor. Kendi öğrendiğimiz yeni bilgiler dünya görüşümüzle uygunsa bunları yanlış olsa dahi kabul edebiliyor ve paylaşabiliyoruz (Lewandowsky vd., 2012). Hangi bilgilere maruz kalacağımızı seçebiliyor olmamız da daha fazla yanlış bilgi ile karşılaşmamıza neden olabiliyor. Seçici maruz kalma olarak tanımlanan bu özellik kendi dünya görüşlerimizle uyumlu kaynaklara erişmemize ve bunun aksini iddia eden görüşleri reddetme eğiliminde olmamıza neden oluyor. Örneğin radikal ideolojilere sahip olanlar bilgi kaynaklarını çeşitlendirmeyi tercih etmiyorlar (Iyengar & Hahn, 2009).

Yanlış bilginin yayılmasındaki bir diğer etken de bilişsel yatkınlıklarımız. Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme (2015) kitabında ele aldığı yaklaşım iki temel düşünme şeklimiz olduğu fikrinden yola çıkıyor. Basit bir biçimde açıklamaya gayret edersek, Sistem 1 düşünme, az çaba gerektiren, sezgisel ve otomatik bir süreçken; Sistem 2 daha fazla çaba gerektiren ve analitik düşünme sürecidir. Bu iki sistemin becerileri birbirlerinden çok farklı ve iç içe çalışan süreçler. Karşılaştığımız durumlar hangisinin uzmanlık alanına giriyorsa o sistem devreye giriyor. Hesap yapmak, problem çözmek, araba park etmek gibi düşünsel efor gerektiren durumlarda Sistem 2; refleks gibi, doğal dürtüler ve içgüdülerle bizim pek de çaba göstermediğimiz durumlarda Sistem 1 devreye girer. Daha analitik düşünen bireyler, komplo teorilerine ve sahte haberlere daha az inanıyor. Bu düşünme biçimleri bilişsel yatkınlıklarımızla belirlense de kriz dönemlerinde yaşadığımız korku ve panik bizleri hızlı cevap aramaya itiyor ve Sistem 1 düşünme tarzı daha yaygın oluyor.

Elbette, bulunduğumuz ortam da yanlış bilgiye maruz kalmamıza neden oluyor. Kriz ve belirsizlik dönemlerinde yaşadığımız korku ve acil bilgi arayışlarımız nedeniyle yanlış ve yanıltıcı bilgilere daha fazla maruz kalıyoruz. Üstelik bu dönemlerdeki doğru veya yanlış bilgiler; korku ve öfke gibi duyguları tetiklediğinde daha fazla paylaşılıyor. Ülkemizde ilk koronavirüs vakasının çıktığı günü hatırlayalım. Birçok medya kanalında birçok bilgi dolaştı. Sosyal çevrelerimizle konuştuğumuz en önemli gündem maddesi buydu. Maske takmalı mıyız? Açık havada bulaşır mı? Kimler virüsten daha çok etkilenir? Bunlar gibi birçok soruya doğru veya yanlış çok fazla cevap üretildi. Whatsapp’tan aile veya arkadaş gruplarından koronavirüsün birçok hastalıktan daha az ölümcül olduğu mesajları aldık. Bazı uzmanlar koronavirüsün Türkiye’de salgına yol açmayacağını, gripten farksız olduğunu söyledi. Koronavirüs süreci bizi korku dolu bir şekilde evlere kapanmamıza veya dışarı çıksak da önlemler alarak yaşamamıza neden oldu. Bu dönemde hayatımızı koruyacak, virüse yakalanmamızı engelleyecek önlemler bizler için en değerli bilgiler haline geldi. Televizyon, gazete, sosyal medya, arkadaş gruplarımız, aile gibi birçok farklı kaynaktan koronavirüsten nasıl korunabileceğimize dair bilgiler almaya başladık. Bilgi arayışımıza karşılık, bilgi hacminin arttığı dönemlerde yakın çevremizden, içinde olduğumuz gruplardan, kabilelerimizden gelen veya dünya görüşlerimizle uyumlu bilgileri daha kolay kabul ettiğimiz durumlarda yanlış bilgilerle daha fazla karşılaşıyoruz. Edindiğimiz bu bilgiler karar alma süreçlerimizi etkiliyor. Bu bilgilerin yanlış olması engellenebilir olaylar karşısında yeterli önlemleri almamamıza yol açıyor.

Uluslararası sağlık kuruluşları da pandemi döneminde oluşan infodeminin bireylerde negatif duyguları tetikleyerek sağlıkla ilgili karar alma süreçlerini olumsuz etkilediğini ve önlemlere uyumu azaltarak pandemi yönetimini zorlaştırdığını ifade ediyor (Pan American Health Organization, 2020).

1.3.5. Bilgi Düzensizlikleri Süreçleri

Önceki bölümlerde bilgi düzensizliklerinin aktörlerini ve amaçlarını, yaydıkları mesajları ve hangi platformlarda yayıldıklarını ve izleyicileri inceledik. Bu unsurlar, bilgi düzensizliklerinin doğrudan kendisini oluşturuyor. Bu son bölümde ise bilgi düzensizliklerinin süreçlerini inceleyeceğiz. Bu süreçleri incelemenin yanlış bilgilerin nasıl yayıldığını anlamamızı kolaylaştıracağını umuyoruz. Yanlış bilginin izini sürmeye dair bu çaba ile de hangi aşamada hangi aktörlerin müdahale edebileceğini tespit edebilmeyi hedefliyoruz.

Yanlış bilgileri üreten aktörler ile bunları yayan aktörlerin çoğu zaman aynı kişiler/yapılar olmadığını belirtmiştik. Dezenformasyon kampanyasını başlatan siyasi bir aktör kamuoyunu etkilemeyi veya düşmanlarını zayıflatmayı amaçlayabilir. Buradaki aktörün amacı doğrudan politik kazanç sağlamak olabilir. Bu bilgileri yayan troller veya bot hesaplar oluşturan aktörler ekonomik kazanç hedefleyebilir. Bir yanlış bilgi dağılıma girdikten sonra farklı motivasyonlara sahip birçok aktör bu bilgiyi yeniden üretebilir ve yayabilir.

Belirtmek gerekir ki hem geleneksel araçlar hem de dijital platformlarda yanlış bilgilerin yayılımında ana akım medyanın rolü oldukça önemlidir. Bireyler, kendi görüşlerine uygun medya kanallarını takip ederler. Bu kanalların, bir bilgiyi manipülatif amaçlarla paylaşması bireylerin dünya görüşleri ile uyumlu olacağından onu kabul etmeleri kolaylaşır. Üstelik bir bilginin aynı görüşe sahip farklı kanallardan tekrar edilmesi, bilginin kabul edilmesini kolaylaştırır. O bilgiyle ne kadar çok karşılaşırsak gerçeklik algısı güçlenir.

Bilgi düzensizliklerinin yayılmasında ilk aşama olan mesajın oluşturulması hayati bir öneme sahip. Dezenformasyon kampanyası oluşturan aktör yaymak istediği yanlış bilgiyi hedef kitleyi etkileyebilecek şekilde hazırlıyor. Bunu troller veya bot hesaplarla yaymaya başlıyor. Burada ekonomik, siyasi veya sosyal-psikolojik amaçlarla yanlış bilgiyi oluşturan aktörler ile onu zarar verme amacıyla yayan aktörler arasında amaç farklılığı oluşabilir. Ayrıca üretilen yanlış bilginin içeriği, biçimi değişebilir. Yani görseller, videolar, metinler farklılaşabilir ve farklı sosyal medya platformlarına da yayılabilir. Hatta sosyal medyada yayılan bilgiler geleneksel medya araçlarında da paylaşılabilir. Ancak burada dezenformasyon kampanyası yürüten aktörlerin asıl hedeflediği bireysel kullanıcılar. Bireysel kullanıcıların beğenerek, retweet ederek dahil olduğu yanlış bilgi paylaşımı, organik etkileşimin oluşmasını sağlıyor ve yanlış bilginin yayılımını daha da hızlandırıyor (Buchanan, 2021; Buchanan & Benson, 2019). Bireyler bunları içinde bulundukları sosyal ağları bilgilendirmek veya örneğin koronavirüse karşı önlem almalarını sağlamak için paylaşıyor olabilir. Örneğin Whatsapp’ta aile ya da arkadaş grubuna koronavirüsten korunmak için alınması gereken önlemleri içeren bir görsel veya ses kaydı iyi niyetle paylaşılıyor. Aslında amacı zarardan çok yarar olan bir motivasyon ile yaygınlaşmaya katkı veriyor. İyi niyetle paylaşılan bu yanlış bilgiler yanlış bilgilerin katlanarak yayılmasına neden oluyor.

Kitabın bu ilk bölümünde bilgi düzensizliklerine dair temel kavramları, aktörleri ve süreçleri ele aldık. İkinci bölümde ise infodeminin temel belirleyenlerine odaklanarak, hem bireysel faktörlerin hem de medyanın ve siyasal ortamın etkisini tartışacağız.

 

1 Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi East Stratcom Görev Gücü’nün projesi olan EUvsDisinfo Rusya’nın Avrupa Birliği ve komşu ülkelerine yönelik dezenformasyon kampanyalarını takip ederek mücadele etmeyi amaçlıyor.  Bkz. EUvsDisinfo Veri Seti