2.4 Siyasal Ortam

İnfodeminin yayılmasında siyasal ortamın da rolü oldukça önemli. Günümüz siyasal ikliminin en çok tartışılan üç kavramının kutuplaşma; hakikat ötesi ve popülizmin infodemiye olan etkisine odaklanmanın var olan durumu tespit edebilmemize katkı sunacağı kanısındayız.

Bilgi ekosisteminin infodemiye neden olan yönlerini ele alırken belirttiğimiz üzere ekosistemin yapısı kutuplaştırıcı bir siyasal ortam yaratmakta. Ancak bu bölümde detaylandıracağımız üzere sadece tek yönlü bir ilişkiden bahsetmiyoruz. İçinde bulunulan siyasal ve sosyal iklim de bilgi ekosistemini etkilemekte ve infodeminin oluşmasına katkı sunmakta, artan siyasal kutuplaşma bilgi düzensizliklerinin oluşmasının hem nedenlerinden hem de sonuçlarından. Hakikat sonrası olarak da tanımlanan bu dönem, tüm dünyada farklı tecrübelerle ancak benzer kaygı ve endişelerle mücadele edilen krizler ortamında infodeminin oluşmasına ve yayılmasına etki ediyor. Bilimsel verilerin rehberliğinde mücadeleye ihtiyaç duyulan küresel bir salgını yaşarken, hakikat sonrası dönemin özellikle bilim karşıtlığı ve bilim insanının objektifliğine duyulan kuşku durumu daha da zorlaştırıyor. Ayrıca popülist siyasetin önemli özelliklerinden olan elit karşıtlığı, bilim insanlarına dair güvensizliğe; küreselleşme karşıtlığı ve uluslararası kuruluşlara dair kuşkuculuğa, sonraki bölümde ele alacağımız komplo teorilerine ve biz/onlar ayrımı özellikle göçmen gruplara dair yalan haberlere ve bu grupların günah keçisi olarak suçlanmalarına katkı sağlayacak arka planı yaratıyor.

2.3.1. Kutuplaşmış Ortamda Doğru Bilgiye Erişim

İçinde yaşadığımız dönemin dünyada ve Türkiye’de siyasal alanın önemli bir özelliği olan siyasal duygusal kutuplaşma (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2018) salgın döneminde de yanlış bilginin hızla yayılmasını destekleyen önemli faktörlerden biri oldu.

Kutuplaşmanın birçok farklı biçiminden söz etmek mümkün ancak kutuplaşmanın var olup olmadığı ve faydalı olup olmadığı dahi kutuplaşma konusu olabiliyor. Kutuplaşmanın en somut versiyonunun elitler düzeyinde elitler arası kutuplaşma olduğunu söylemek mümkün. Siyasal elitler ve partiler arasında yaşanan kutuplaşma iş birliğinin oldukça azalması ile sonuçlanabilmekte. Siyasal kutuplaşma, elit düzeyindeki bu kutuplaşmanın sağ sol ekseninde birbirinden uzaklaşan iki dağ olarak gösterilebilen ideolojik kutuplaşma ile de örtüşebilir. Bu elit düzeyindeki ayrışma, seçmenler arasında da tespit edilebilir hale gelebiliyor. Ayrıca siyasal kutuplaşma, mekânsal, coğrafi kutuplaşma olarak da gözlemlenebiliyor. Farklı siyasi görüşlere ve tercihlere sahip kişilerin farklı mahallelerde yaşamayı tercih etmesi sonucunda, partilerin seçmenlerinin mekânsal olarak ayrışması da söz konusu. Farklı parti seçmenlerinin birbirlerinden hazzetmemeleri, karşılıklı sosyal mesafenin artması ile görünür hale gelen kutuplaşma ise duygusal kutuplaşma olarak tanımlanıyor. Bu durum kişilerin kendi partilerinin taraftarlarını tartışmasız bir biçimde ahlaken üstün görmelerine ve en önemlisi kendilerine hak olarak gördüklerini öteki parti taraflarına görmemelerine yol açıyor (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2018). Türkiye’de de bu farklı türde kutuplaşmaları görmek mümkün. Özellikle siyasi kimlikler, hangi partiyi desteklediğimiz giderek en baskın kimliğe, bazılarımız için kemikleşmiş, güçlü bir taraftarlık haline gelirken, pandemi ve pandemi ile mücadele de diğer konularda olduğu gibi siyasi görüşlerden etkilenerek yorumlanmakta. Kutuplaşma ortamında siyasi kurumlara güven de politize hale geldiğinden, sağlık otoriteleri tarafından yayılan bilginin dahi doğruluğu sorgulanıyor.

 

ÖNERİ – KENDİMİZİ DEĞERLENDİRELİM
Bu testi çözerek Türkiye’de kutuplaşmanın hangi düzeyde olduğuna yönelik bilgilerinizi ölçebilirsiniz.

 

Covid-19 pandemisinde bizzat yaşadığımız üzere, kriz dönemlerinde insanlar bilgi edinmek için sıklıkla sosyal medya platformlarına veya çevrimiçi kanallara başvuruyor. Bu durum sosyal medyada panik ve kargaşa yaratmak ve yanlış bilgiyi yaymak isteyen troller için uygun bir ortam sağlıyor. Yanlış bilgiyi hızla yaymaya programlanmış botların da devreye girmesiyle sosyal medya ortamı bir önceki bölümde de ele alındığı üzere infodeminin arttığı bir dünyaya dönüşmekte. İnfodeminin yayılımını kolaylaştıran kutuplaşmanın sosyal medya ile ilişkisine bakmak ve bu alanda medya ekosistemini ele alırken açıkladığımız bazı kavramlardan da yararlanarak ele almak önemli. Bu kavramlar yardımı ile bizim de içinde yer aldığımız var olan sosyal siyasi ortamı daha iyi anlayabileceğimizi ve bu bağlamda da daha eleştirel bir bakış açısıyla, yanlış bilgi ile mücadeleye bir katkı sunabileceğimizi umuyoruz.

Burada öncelikle homofiliden bahsedebiliriz. Hem sosyal yaşamda, fiziksel ya da pandemi sebebi ile uzaktan da olsa kendi aile/arkadaş çevremizde kimlerle beraberiz? Sanal ortamlarda, çevrimiçi platformlarda kimleri takip ediyoruz? Kimlerle iletişim halindeyiz?  Sosyal medyada bireylerin kendilerine benzer insanlarla bir araya gelmesi ve kendi görüşlerine benzer görüşlere sahip hesapları takip etmesi olarak tanımlanan homofili, gerçek hayattaki kutuplaşmanın sanal ortama taşınmasına neden olur. Bu durum aynı zamanda sosyal medya ortamını bir yankı odası haline dönüştürmektedir. Böylelikle kişiler sadece kendi gibi düşünenlerle bir arada oldukları, farklı görüşlerle karşılaşmadıkları yani hiç eleştirilmedikleri, hep kendi seslerinin yankılarını duydukları bir dünyaya sıkışmış hale gelmektedir. 2017 Kutuplaşma araştırmasından yola çıkarak kaleme aldığımız araştırma kitabının adına bu nedenle Fanusta Diyaloglar (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2018) dedik. İçinde olduğumuz yankı odası, bir tür fanus yaratarak bizleri kendi benzerlerimizle diyaloğa, tam da bu sebeple monoloğa itiyor. Benzer bir durumu TV ve gazete gibi daha klasik medya araçlarında da görüyoruz. Kendi fikirlerimizin yansıması olan kanalları gazeteleri okumayı tercih edebiliyoruz. Bu durum aynı zamanda bir döngü de yaratıyor. İzledikçe, okudukça fikirlerimiz daha da kuvvetleniyor, bu fikirlere karşı olan görüşlere daha da tahammülsüz olup, dayanamaz hale geliyoruz. Ayrıca yine bir önceki bölümde ele aldığımız filtre balonları ve suskunluk sarmalı gibi çok önemli iki kavramı hatırlamakta yarar var. Çevrimiçi araçların kullanıcıları farklı görüşlerden izole eden, kullanıcının kişiselleştirilmiş bilgileri ile onların ilgilendikleri konuları daha çok önermeleri sebebi ile filtre balonları dışarda bıraktığı bilgiler nedeniyle insanların aynı bilgilere erişmemesine yol açmakta. Fiziksel olarak aynı toplum içinde yaşasalar da sosyal medyadan elde ettikleri bilgiler açısından farklı dünyalarda yaşar hale gelmelerini sağlamakta. Farklı seslerin duyulmasının önündeki engellerden biri de suskunluk sarmalı olarak tanımlanan sessizlik hali. Bireylerin kendi görüşlerinin azınlıkta olduğunu düşündükleri ortamlarda görüşlerini başkalarıyla paylaşmaktan çekinmesi olarak açıklanan suskunluk sarmalı nedeniyle çok seslilik yok oluyor. Sonuçta bütün bir kamuoyu, daha doğru ifade ile kendi fanusumuzdaki kendi yankı odamızdaki herkes tek bir görüşe sahipmiş algısı yine bir yanılsama olarak karşımıza çıkmakta.

Sosyal medyada oluşan yankı odaları (Sunstein, 2001), filtre balonları ve suskunluk sarmalına (Noelle-Neumann, 1974) neden olan yapısının bireylerde ne tür etkiler bıraktığına yakından bakmak önemli. Öncelikle bu ortamda kendi dünya görüşünü güçlendiren ve karşıt görüşlere sağır hale gelen kullanıcılar, bu görüşleri daha doğru ve hatta evrensel kabul etme yanılgısına düşebiliyor. Belirli bilgilerin, fikirlerin, düşünce ve inançların sanal ortamda tekrarlanarak güçlenmesi sonucunda da bireyler dolaşan bilginin yanlışlığını sorgulamaz hale gelebiliyor. Sonuç olarak da farklı fikirlerden uzaklaşıldıkça yanlış inançların düzeltilmesi daha zor olmakta. Filtre balonları nedeniyle kişiler farkında olmadan aslında önem arz edecek pek çok içerik ve bilgiden habersiz kalabilmekteler. Yeni konulardan ve karşıt fikirlerden uzaklaşılan böylesi bir ortam da bir yandan toplum içerisindeki söylem çeşitliliğini yok ederken, diğer yandan ise demokratik özellikler taşımaktan hayli uzak hale gelmekte.

Kutuplaşma, siyasal kurumlara güvenin azalması ve referandum/referandum benzeri seçimlerle de artmakta ve kutuplaşmanın oluşmasına yol açan her faktör aslında hem neden hem de sonuç olarak karşımıza çıkmakta. Örneğin referandum benzeri seçimler, kampların/kutupların oluşmasına, seçmenleri evet/hayır gibi siyah/beyaz tercihlere zorlayarak safların daha da sıkılaştırılmasına yol açmakta. Bu tür kutupların varlığı orta noktalarda buluşmayı mümkün kılan, müzakere ve diyaloğa izin verecek yöntemlerin tercih edilmemesine neden oluyor.

En temel sorunlardan biri de bu kadar kutuplaşmış bir ülkede, siyasal ortamda nasıl iletişim kuracağımız ve nasıl tarafsız habere ulaşacağımız. Taraf tutmadan haber yazmak ve diyaloğu sürdürmek mümkün mü? “Öteki”nin gazetesi okunmaz, televizyonu izlenmezken farklı gerçeklikler içinde yaşamaya devam ediliyor ve bu ortamda da infodemi çok daha hızla yayılabiliyor.

2.3.2. Hakikat Sonrası Dönem

Kutuplaşmanın yanı sıra Covid-19 pandemisi sürecinde yaşananlar ve ekonomik kriz başta olmak üzere tüm belirsizlikler, hakikat sonrası olarak ifade edilen bir dönemin içinde yaşanıyor. Gerçeğin aşıldığı (post-truth), hakikat sonrası olarak ifade edilen içinde bulunduğumuz bu dönemin akıl, bilim ve demokrasi karşıtlığı üzerine inşa edildiği tartışması (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2020) infodemiyi anlamak açısından da oldukça hayati. Bu bölümde hakikat sonrasının bilim karşıtlığı ile olan duruşunu ele alarak, infodeminin yayılmasında oynadığı rolü anlamaya çalışacağız. Hakikat sonrası ne demek? Hakikatin varlığını kabul etmek/etmemek üzerine olan bu tartışmada ilk soru, hakikat var mı? Daha doğrusu bizim kavrayabileceğimiz bir hakikat var mı? Nesnel bir hakikat var mı?

Modernizmin en önemli iddiası hakikatin var olduğu ve aklın bu hakikati bilebileceği düşüncesi. Modernizm, insan aklının her şeyi kavramaya muktedir olduğunu iddia ediyor. Nesnel gerçekliğin insan aklı ile deney ve gözlem aracılığıyla insanın evrenin bütün kanunlarını öğrenebileceği ilerleyici bir bilim anlayışına dayanıyor (Tallis 2016; McIntyre 2018; Erdoğan & Uyan-Semerci, 2021). Modernite sonrası yani postmodernizm dönemi içinde tüm noktalar sorgulanır hale gelerek, enstrümanları kusurlu olan bilim anlayışına hatasız bir inançla bağlı olunması sorgulanıyor. Koşulsuz hakikate erişimin mümkün olmadığını ve bilim insanlarının ideolojilerinin, değerlerinin ve sınıfsallığının objektivite iddialarını geçersiz kıldığı söyleniyor (Erdoğan & Uyan-Semerci, 2020). Postmodernizm bunu yaparken aynı zamanda evrensellik iddiasını da sorguluyor. Postmodernizmin getirdiği eleştiriler kıymetli ancak postmodernizm bu eleştirileri yaparken, nihilizm ve sonsuz göreceliğe yol açarak içinde yaşadığımız hakikat sonrası dönemin arka planını oluşturuyor (McIntyre, 2018).

 

DÜŞÜNELİM
Pandemi, aşılar veya iklim krizi ile ilgili üretilen bilimsel bilgilere karşı çıkan insanlarla karşılaştınız mı? Argümanlarını gerekçelendirirken ne tür nedenselliklere başvuruyorlar?

 

Hakikat sonrası dönemde bilim insanları tarafından bilimsel yöntemler ile üretilen bilgi, sıradan insanlarca yadsınır hatta reddedilir hale gelebiliyor. Genel tanımıyla hakikat sonrası dönemin en önemli özelliklerinden biri bilimsel olana ve bilimsel alandaki kazanımlara kuşkuyu içeren, hakikatin nesnelliğini, evrenselliğini ve tekliğini sorgulayan bir zıt duruş (Lewandowsky vd. 2013). Bu durum bilim inkarcılığına kadar uzanan bir yolun aşılmasını kolaylaştırabilmekte (McIntyre, 2018). Bilimsel konuların siyasal tartışmalara dönüşmesiyle birlikte, iklim krizi tartışmaları veya aşı karşıtlığı gibi konuların bilimsel argümanlardan uzak tartışmalara konu edildiği görülüyor. Karşılıklı tartışmalarda konunun uzmanlarının ifadeleri ile uzmanlıkları olmayan ama retorik olarak güçlü farklı görüşler eş değerde ele alınabilmekteler.

Ayrıca her bilimsel uzmanın da her zaman beklendiği şekilde sadece objektif bilgiyi, doğruyu aktarmadığı, farklı çıkarlar sebebi ile farklı açıklamalar yapabildiği durumlar, aynı zamanda bilimsel bilgi nesnel midir sorusunu gündeme taşımakta ve bilimsel bilgi üreten kişilerin de sorgulanmasına zemin oluşturmakta. Doğrunun ve gerçeğin tamamen öznel hale dönüştüğü bu ortamda uzmanlığa saygının da bittiğinden söz edilebilir. Bilim insanlarının kendi arasında uzlaşı sağlayamadığı durumların varlığı, uzlaşı sağladıkları durumlarda da özellikle bir sonraki bölümde ele alınacağı üzere komplo teorilerinin varlığı ile bilim insanlarının güvenirliğini sorgulayan ve uzmanlığın da diğer görüşlerden/inanışlardan biri haline geldiği bir ortamı yaratabiliyor. Aşı karşıtlığında daha detaylı ele alacağımız üzere bilimin önerdiği, bilimsel metotlarla gösterdiği diğer argümanlardan daha meşru, kabul edilmesi gereken evrensel hakikat olarak değerlendirilmeyebiliyor. Görüşlerden biri olarak kabul edilip, diğer görüşlerle aynı konumda olarak algılanabiliyor. Gerçekler, neye inandığınızla belirlenebiliyor.

McDermott; “insanların gerçeklere” olduğu kadar, inanışlara da önem verdiğini; gerçekleri aramaktan çok, gerçeklerden kaçındıklarını; inanmanın, sorgulamaktan kolay olduğunu ve tekrarlanan gerçeklerin, tekrarlanmayanlara göre daha gerçek olduğunu belirtiyor (2019). McDermott, özellikle hakikat sonrası dönemin çoklu gerçekliğinin nasıl oluştuğunu anlamamıza katkı sunan çalışmasında, inanmak için gerekenleri şöyle özetliyor:

 

Uyum (Compatibility): Bildiklerimle ve dünya görüşümle uyumlu olmalı,
Tutarlı (Coherence): Öykü kendi içerisinde tutarlı olmalı,
Güvenilir (Credibility): Kaynak “güvenilir” olmalı,
Uzlaşma (Consensus): (Etrafımdaki) İnsanlar arasında uzlaşma olmalı,
Destek (Support): Argümanı destekleyecek “kabul edilebilir” kanıt olmalı. (McDermott, 2019).

 

Bu çerçevede inandığımız, “gerçeğe” dönüşebiliyor. İnandığımız gerçek, dünya görüşümüz ile uyumlu, kendi içerisinde tutarlı, güvendiğimiz kişilerin söylediği ve bize benzeyenler tarafında üzerinde uzlaşılan, argümanı destekleyen kanıtlarımız olan bir hal alıyor. Bu noktada inandığımız gerçekle kendi hakikatimizle uyumlu yanlış haberler sorgulanmadan doğru kabul edilirken, çelişen doğrular reddedilebiliyor.

2.3.3. Popülizm 

Kakutani (2019) hakikate saldırının Trump, Le Pen, Weelders ve Salvini gibi aşırı görüşlere sahip liderlerin iktidara gelmesini kolaylaştırdığını söylerken, bu liderlerin çoğu zaman popülist bir dil kullandığını görürüz. Popülizmin tarifinde de uzlaşı tam olmasa da popülizmin seçkin/elit karşıtlığı ile halkın çıkarları/yararına yapılan vurgu son yıllarda hem sol hem sağ siyasetçilerin yaygın bir biçimde başvurduğu bir söylem olarak tanımlamak mümkün (Rooduijn & Pauwels, 2011; Oliver & Rahn, 2016). Popülist siyaset, giderek artan küreselleşmeye karşı da reaksiyoner bir siyaset olarak da tanımlanıyor (Rodrik, 2020).

Popülizmin en temel noktalarından olan bu iki karşıtlığın –elit/seçkin karşıtlığı ve küreselleşme karşıtlığı– infodeminin yayılmasında katkısı olduğu söylenebilir. Ayrıca çoğu ülkede popülist liderlerin biz/onlar vurgusu göçmen karşıtı söylemlere yol açıyor (Schmuck & Matthes, 2015). Göçmenlerin var olan olumsuz koşulların müsebbibi/sorumlusu olarak “günah keçisi” ilan edilmeleri, onlara dair yanlış ve yer yer nefret söylemi içeren haberlerle de körükleniyor. Bu bölümde bu üç noktayı açarak, popülist siyasetin bu temel öğelerinin infodeminin oluşmasına ve yayılmasına nasıl katkı sunduğunu özetlemeye çalışacağız.

Popülist siyasetçilere desteğin arttığı ve popülist söylemlerin baskın hale geldiği bir siyasal ortamdayız. Yakın tarihte Brexit sürecinde şahit olduğumuz gibi referandumlarla alınan kararlarda infodeminin rolü çok belirleyici olabiliyor. Tarafsız ve bağımsız medyanın neredeyse kalmadığı bir dönemde, denetleme mekanizmalarının olmadığı sosyal medya ortamında bilgi yatay şekilde hızla yayılabilmekte; dolayısıyla yanlış bilginin de hacmi artmakta ve siyasal kararlar bu bilgilere dayanabilmekte. Bu noktada Müller’in vurguladığı üzere, popülistlerin elit/seçkin karşıtı olmasının yanı sıra çoğulculuk karşıtı olmaları çok temeldir. Popülist partiler/liderler yalnızca kendilerinin halkı temsil ettiğini iddia ederler ve bu iddia ile diğer siyasal rakiplerin meşruiyetini sorgularlar. Diğer siyasal rakiplerin argümanları halka karşıdır ve onları destekleyenler de halkın parçası değillerdir. Bu noktada gerçeğin/doğrunun ne olduğu önemini yitirir. Popülist liderin söylemi, belirleyendir (Müller, 2018). Popülist lider, halkı adına gerçeği bilen ve aktaran kişi olarak kendisini sunar ve liderin monist gerçeği, onu destekleyenlerin gerçeği haline kolaylıkla gelebilir. Popülizmin bu söylemsel özelliği liderin durduğu pozisyona, ideolojiye göre yeri geldiğinde bilimsel bilgiyi reddedip, bunun karşısına kendi gerçeğini koyarak infodeminin oluşmasına katkıda bulunuyor. Yukarıda da ele aldığımız üzere bireylerin bilimsel bilginin karşısına kendi bilgilerini koyup denk görebildikleri ve her tür bilimsel tartışmada tutum sahibi olmalarına olanak veren hakikat sonrası ortam da popülist politikacıların işlerini kolaylaştırıyor. Elit karşıtlığı, bazen bilim insanlarını da kapsayabiliyor ya da halkın yararına olanın sadece popülist lider tarafından ifade edilen olduğu şeklinde çerçevelenebiliyor.

Popülist siyasetin küreselleşmenin yerelde yarattığı tepkiye de karşılık olarak yükseldiği belirtilen ilgili yazında, ekonomi başta olmak üzere bu durumun farklı boyutları  ele alınıyor (Zaslove, 2008; Franzese, 2019; Rodrik, 2020; Freistein, vd. 2020). Popülizmin küreselleşme karşıtı boyutu da başta uluslararası kurumlara güvensizlik olmak üzere pandemi döneminde de örneklerine sıkça rastladığımız infodeminin yaygınlaşmasına ve bir sonraki bölümde daha detaylı olarak ele alacağımız komplo teorilerine de zemin hazırlayabilmekte. Küreselleşmenin farklı şekillerde halkın yararına olmadığı ve kuşkuculuğu da besleyerek uluslararası kurumlar başta olmak üzere başka gündemleri/çıkarları olduğu ve halkın yararını popülist liderin/partinin koruyacağı düşüncesi bilgi düzensizliklerinin oluşmasına ve yayılmasına yol açabiliyor.

Son olarak da özellikle sağ popülist lider/partilerin göçmen karşıtı tutumları bağlamında da (Schmuck & Matthes, 2015; Matthes & Schmuck, 2017) özellikle göçmenlere yönelik yanlış, çarpıtılmış ve yer yer nefret söylemi içeren haberlerin oluşmasına zemin hazırladığı söylenebilir. Çoğu ülkede popülist liderlerin biz/onlar vurgusu göçmen karşıtı söylemler başta olmak üzere her ülke özelinde “öteki” görülen grubun, bu grupların “asıl” halk olmadığı vurgusu ile, farklı biçim ve şekillerde bilgi düzensizliklerine maruz kalmalarına yol açıyor. Halkın parçası görülmeyen öteki gruplar var olan olumsuz koşulların, krizlerin sorumlusu olarak “günah keçisi” ilan edilebiliyorlar. Bu yönde yayınlanan haberler de doğrulama süreçlerinden geçirilmeden sosyal medyanın da yardımıyla hızla yaygınlaşabilmekte. Popülizm bağlamında belirttiğimiz ilk nokta da vurguladığımız üzere yalnızca kendilerinin halkı temsil ettiğini iddia eden popülist siyaset ve siyasetçi diğer siyasal rakiplerin meşruiyetini sorgularken, diğer siyasal rakiplerin argümanlarını halka karşı olarak konumlandırabilir. Onları destekleyenler de halkın parçası kabul edilmeyebilir, yabancı olan, göçmen olan ya da farklı biçimlerde azınlık olan bu mantık zincirinde en baştan halkın parçası olarak değerlendirilmediğinden onlarla ilgili tüm kuşkular, endişeler yalan/yanlış haberin hızla yayılmasına, inanılan gerçeği destekleyen bir haberin doğrulanmasına ihtiyaç duyulmadan yayılmasına katkıda bulunabilir.

Sosyal sermayedeki düşüş, ekonomik eşitsizliğin artması, kutuplaşma, popülizm, bilime olan güvensizlik gibi değişimler hakikat sonrası çağın temel özelliklerini oluştururken; toplumsal, siyasi, ekonomik ve kamu sağlığı krizlerinin yaşandığı dönemler yanlış bilginin en hızlı yayıldığı dönemlerdir. Buna karşın hakikat sonrası çağda bilgilerin yalanlanmasına/yanlışlanmasına rağmen bu bilgiye inancın devam etmekte ve doğrulanan bilgi yanlış bilgi kadar değer görmemekte. Yalan ifadelere ve yalan bilgiye dair bir tutum değişikliğinden söz etmek mümkündür. “Herkes yalan söyler” diye düşünülerek, kendimize yakın olanların yalanlarını affediyor olabilir miyiz? Ya da kendi gerçekliğimizde yaşamaya devam edebilmek için bazı yalanları göz ardı ediyor olabilir miyiz? Gerçek ve yalan ile olan kurduğumuz bu ilişki yalan haber salgını ile mücadele de önemli bir soru. Bu soru üzerinde düşünmek ve farkındalığımızı arttırmak, hoşumuza gitmeyen gerçeklerle/verilerle/olgularla baş etmek yerine sorgulanmamış yalan haberlerle yaşamak ancak bir süre, bu veriler/olgular/gerçekler bizi fiziksel dünyada yaşamda etkilemediği müddetçe mümkün.

Yukarıda ele aldığımız siyasal ortamın infodeminin oluşumuna ve yayılımına katkısını anlamak mücadele açısından da önemli. Kutuplaşma ortamında, kutuplaşan taraflar karşı tarafın yalan söylediğine vurgu yaparken, popülist siyaset “halkıma yalan söylüyorlar” diyerek elitleri ya da uluslararası kuruluşları işaret edebiliyor ve hakikat sonrası dönem ise “herkesin yalan söylediğinin” düşünülebildiği bir ortamda hakikatin yitirildiğine bu bağlamda da inandığımız gerçeklerle yaşamanın normalleşmesine yol açıyor.

Hakikat sonrası dönem, bir sonraki bölümde ele alacağımız bilimsel yöntemlerden uzak olan komplo teorilerinin de güçlenip yayılmasına uygun bir zemin oluşturmakta ve özellikle içinde bulunduğumuz pandemi döneminde de infodemi ile mücadelenin, gerçekten de yaşam/ölüm mücadelesine somut örnekler verebileceğimiz bir durumuna karşılık gelmekte.