4.2 Aşı Karşıtlığı

Diğer bölümlerde de belirttiğimiz üzere salgın hastalıklar gibi geniş coğrafyaları ve hatta pandemi gibi tüm dünyayı etkisi altına alan krizler, yayılan yanlış bilgilerin, doğruluğu kanıtlanmamış söylentilerin ve komplo teorilerinin en yakıcı etkilerinin görüldüğü dönemlerin başında geliyor. 2020 yılının ilk aylarından itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgınında yaşamakta olduğumuz durumda olduğu gibi. Bulaşıcılık oranı oldukça yüksek olan bir virüsün neden olduğu bu salgınla mücadele edebilmek için çeşitli önlemlerin alınması, diğer insanlarla temasın azaltılması gibi gereklilikler salgının başından itibaren ulusal ve uluslararası tüm sağlık otoriteleri tarafından tekrar tekrar belirtilmekte.

Salgınla mücadelede bilimsel çalışmaların ürettiği en önemli silahlardan birinin ise koronavirüse karşı geliştirilen aşılar olduğu malum. İnsanlık tarihinde pek çok topluluğu etkileyen çiçek, kızamık, difteri gibi salgın hastalıkların neden olduğu tahribat, nasıl bu hastalıklara karşı geliştirilen aşıların yaygın kullanımı ile kontrol altına alındıysa, Covid-19 salgınıyla mücadelede, salgının kontrol altına alınmasında ve özellikle de ölüm oranlarının düşürülmesinde aşının büyük rolü olduğu bilim insanları, sağlık otoriteleri ve ilgili kurumlar tarafından açıkça ifade edilmekte (Dünya Sağlık Örgütü, 2022; T.C. Sağlık Bakanlığı; Birleşmiş Milletler, 2021; UNICEF Türkiye, 2020). Ne var ki, yaklaşık 2 yıldır mücadele edilen bu salgında, koronavirüse karşı çeşitli aşılar geliştirilmiş olsa da hem Türkiye hem de dünya genelinde koronavirüs aşısı olmayan kişi sayısı azımsanmayacak düzeyde. Dünya genelinde Ocak 2022’de dünya nüfusunun yalnızca yarısının koronavirüse karşı tam doz aşılanmış olduğu görülüyor. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın güncel aşılanma oranlarını paylaştığı internet sitesinde ise tam doz aşılanma oranlarına yer verilmese de, Ocak 2022’de Türkiye’de en az 2 doz aşı olmuş 18 yaş ve üstü nüfus oranı yaklaşık %83 olarak belirtilmekte. Nicel verilerden görüldüğü kadarıyla, koronavirüsün çeşitli varyantlarla etkisini sürdürdüğü ve bilimsel olarak aşılanmanın şu an için virüse karşı en etkili yöntem olduğu ifade edilen günümüzde, Türkiye ve dünyada koronavirüse karşı aşılanma oranları hâlâ istenilen seviyeye ulaşabilmiş değil.

Aşı karşıtlığı, Covid-19 pandemisinde yaşanan infodeminin yani kriz durumlarında oluşan yüksek hacimli ve doğruluğu kanıtlanmamış bilgilerin yarattığı olumsuzluklar arasında ilk sıralarda yer alıyor. Pandeminin başından bu yana özellikle de sosyal medyada gündemi meşgul eden komplo teorileri de büyük oranda aşı tartışmalarına odaklanıyor.

Aşıların insan sağlığını olumsuz etkilediği iddiaları üzerinden üretilen komplo teorileri, bilim karşıtı söylemler ve mitler ile ilk kez bu salgında karşılaşmıyoruz elbette. Yeni bir olgu olmayan aşı karşıtlığını bir örnek olarak ele almak önemli. Aşı karşıtlığının tarihini, nedenlerini, bilgi düzensizliklerine genel çerçevede hangi iddialar üzerinden savunulduğunu ve aşı karşıtlığının yarattığı olumsuz sonuçları anlamanın; bilim karşıtı söylemlerin gün geçtikçe arttığı hakikat sonrası dönemde ortaya çıkabilecek benzer infodemilere karşı dayanıklılığımızı artırmak için önemli olduğunu düşünüyoruz. Covid-19 döneminde aşı karşıtlığı ve infodemi birbiriyle hayli ilişkili olarak ele alınması gereken iki kavram olarak karşımızda duruyor.

4.1.1. Aşı Karşıtlığı Nedir?

Salgın hastalıklarla mücadele etmek, yayılımını kontrol altına almak ve ölümcül sonuçların önüne geçebilmek için üretilen aşılar, bilimsel çalışmalar sonucunda ortaya konan ve hastalıklar görülmeden önce alınabilecek bir önleyici tedbir olarak değerlendirilmekte. Bilim insanları, 1980’ler itibariyle aşı ile önlenebilir hastalıkların yaklaşık %90’ında azalma görüldüğü, aşıların sağlık sistemine ve insanların yaşam sürelerinin uzamasına önemli katkıları olduğunu ifade etmekte. Burada önleyici tedbir kısmının altını özellikle çizmek gerekiyor çünkü aşı, bazı hastalıkların bulaşıcılığını önlemek, ölüm oranlarını azaltmak hatta bitirmek için atılan önemli bir adım. Öyle ki hastalık insana bulaştıktan sonra bazı durumlarda o hastalığın tedavi süreci hem fiziksel hem de ekonomik yönden çok daha sarsıcı olabiliyor. Nitekim sağlık ekonomisi perspektifinden bakıldığında, bireyler aşı ile önlenebilir hastalıkların aşılarını olmayıp o hastalığa yakalandıklarında, bu durum hem bireysel ve toplumsal düzeyde hem de sağlık sistemleri üzerinde çok daha yüksek maliyetler yaratıyor (Balçık & Demir, 2021). Dolayısıyla aşılar, salgın hastalıkların önlenmesinde en kolay ve en düşük maliyetli yol olarak karşımıza çıkıyor.

Belki bu noktada, “aşı nedir?” sorusunu yanıtlamak iyi olabilir. Evrim Ağacı’nın, aşıların hayatımızı nasıl değiştirdiği hakkında hazırlayıp yayınladığı içerikte de belirtildiği üzere; aşılar vücudumuzun savunma sisteminin yetersiz kaldığı hastalık yapıcı mikroplar karşısında vücudu önceden güçlendirmek için uygulanan, çok düşük dozda, zayıflatılmış/öldürülmüş mikropları içeren kimyasallar olarak tarif edilebilir. Böylelikle kişilerin savunma sistemlerinin, hastalığı tam geçirmeden o hastalığa neden olan mikropla tanışması sağlanmış olur. Hastalığı geçiren insanlar arasında ölüm oranının %30 civarında olduğu çiçek hastalığı, 1980’de 2.6 milyon insanı öldüren kızamık veya çocukları demir akciğer olarak bilinen bir ventilatörde yaşamaya mahkum bırakan çocuk felci gibi insanlık tarihinin en bulaşıcı hastalıklarının, bu hastalıklara karşı geliştirilen aşılar sayesinde kontrol altına alındığı bilinmekte.

Peki, bilimsel açıdan aşıların sunduğu fayda bu kadar kısa ve net bir biçimde ortaya konuyorsa, neden bazı insanlar aşı yaptırmıyor? Henüz bazılarımız, Covid-19 pandemisi ile birlikte, bir salgının kontrol altına alınması için aşının ne denli önemli olduğu gerçeği üzerine fazla düşünmemişken, aşı karşıtlığı çok ciddi bir küresel sağlık tehdidi olarak değerlendirilmekteydi. 2019 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün küresel sağlığa karşı sıraladığı 10 tehdit arasında aşı karşıtlığı dokuzuncu sırada yerini almıştı. Aşı reddine neden olan çeşitli iddialar ve argümanlar var fakat tarih bize, aşıların ilk bulunduğu dönemlerden beri aslında benzer sebepler öne sürerek aşı olmayı reddeden, aşı karşıtı olan bazı grupların olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, aşı karşıtlığının tarihçesine kısaca değinmek gerekiyor ama öncesinde aşı karşıtlığı şemsiyesi altında literatürde geçen bazı kavramlara ve bunların birbiriyle ilişkisine değinilebilir. Örneğin, aşı hizmetinin bulunabilirliğine rağmen aşı olmayı geciktirmek veya reddetmek, aşı tereddütü olarak ifade ediliyor. Aşı tereddütü yaşayan kişiler, aşıları bütünüyle reddetmeyi veya bazı aşıları olup bazılarını olmamayı tercih edebiliyor (Balçık & Demir, 2021). Nitekim dünyadan araştırmalar, aşı tereddütü yaşayan bazı kişilerin, Covid-19 pandemisinde yayılan komplo teorilerinden etkilenerek koronavirüs aşısı yaptırmayı reddettiğini gösteriyor (The Swedish Civil Contingencies Agency, 2021). Bizim de 2020 yılı başında verilerini paylaştığımız TÜBİTAK araştırmasında, Türkiye’de koronavirüs aşısı yaptırma eğilimlerine dair bazı bulgularımız oldu. Araştırmamızda, koronavirüs hakkındaki komplo teorilerine inanma eğilimi yüksek kişilerin koronavirüs aşılarına karşı tereddüt sahibi olduğunu gördük (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020). Aşı karşıtlığı üzerine yapılan bir başka çalışmada ise aşı şüpheciliği kavramı kullanılıyor ve aşı şüphecilerinin, sağlık hizmetlerini alma kararlarında alternatif tıp, dini bilgiler gibi bilim dışı referansların etkin olduğu ortaya konuluyor (Browne vd., 2015). Nihayetinde Amerika ve Avrupa kıtalarında ciddi oranda artan aşı karşıtlığı ise, temelinde bilimsel dayanağı olmayan söylemlerin yer aldığı ve aşıların tümden reddedilmesiyle sonuçlanan bir hareket olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzün dijital olanakları bilimsel bilgiye erişimi kolaylaştırıyor ve aşılar geçmişe göre daha güvenli ve etkili biçimde üretilebiliyor olsa da, bugünün aşı karşıtı söylemlerinde hâlâ 200 yıl öncesinin argümanlarıyla karşılaşabiliyoruz (Dubé vd., 2015).

Aşı karşıtlığının küresel çapta bir tehdit haline gelişi, içinde bulunduğumuz internet çağında, doğruluğu kanıtlanmamış bilginin kolaylıkla erişilebilir ve dağıtılabilir olmasının olumsuz etkilerinden biri olarak ele alınabilir. Çünkü günümüzde internet kullanıcıları, bilimsel uzmanlık gerektiren bilgilere hızlı bir Google aramasıyla erişebilir durumdalar ve denetimden geçmemiş bilgilerin yayılımı kontrol edilemez halde. Bilim insanlarına ve kurumlara duyulan güvenin azaldığı, bilimsel kanıta dayalı gerçeklerin yerini nesnel doğruların aldığı hakikat sonrası çağda, komplo teorilerine inanç ile paralel olarak aşı karşıtlığı da ivme kazanıyor. İnfodemiyle mücadele olgusunu gündeme taşıyan Covid-19 pandemisi de aşı karşıtlığından nasibini alıyor. Araştırmalar aşı karşıtlığının tek ve basit bir kavram olarak ele alınmasının yanıltıcı olduğunu, kimilerinin çocukların sağlığını güvende tutma düşüncesiyle, kimilerinin de bilimsel kanıtlara inanmadıkları için değil sadece hükümete güven duymadıkları için aşı olmayı reddedebildiğibi gösteriyor (The Royal Society, 2022). Diğer yandan aşıların içeriğinde sağlığa zararlı maddeler olduğu, aşı üreten firmaların kâr elde etmek için aşıları piyasaya sürdüğü, aşıların yan etkilerinin fazla olduğu, tamamlayıcı ve alternatif tıbbın daha etkin olduğu gibi iddialardan etkilenen insanlar da aşı olmayı reddedebiliyor (Bozkurt, 2018). Günümüzde aşı karşıtlarının savunduğu iddiaların büyük bir kısmı bilimsel dayanaktan yoksun halde. Ve bu iddiaların bir kısmı aslında 21.yy’da üretilmiş argümanlar değiller. Aşının ilk bulunuşundan bugüne benzer argümanlar üzerinden yürütülen tartışmalar nedeniyle insanlar aşı olmayı reddettiler. Bu tartışmaların neler olduğu ve ne tür dayanaklar üzerinden yürütüldüğünü inceleyerek, bugün içinde bulunduğumuz pandemide aşılar hakkında üretilen komplo teorilerine ve salgınla mücadeleyi sekteye uğratan aşı karşıtlığına karşı dayanıklılığımızı artırmak mümkün olabilir.

4.1.2. Aşı Karşıtlığının Tarihsel Süreci

Modern aşıların geliştirilmesi aslında yüzyıllar boyunca Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı kırıp geçiren çiçek hastalığının tedavisi sürecine dayanmakta. Her yaştan insanda görülebilen ve ölümcül olabilen bu bulaşıcı hastalık karşısında ilk aşılama denemeleri, 11. yy’da Çin’de doktorların, çiçek hastalığı taşıyan kişilerin yaralarındaki kabuklardan elde ettikleri tozu, çocukların burunlarına bir tüp aracılığıyla vermesine dayanıyor. İlerleyen yıllarda çiçek hastalığının neden olduğu kabarcıklardan alınan maddenin küçük bir kesikle sağlıklı kişilere verilmesiyle birlikte bağışıklama adı verilen yöntemin Batı coğrafyasına gelişi ise 18.yy’da gerçekleşiyor. İlk başta köylülerin uyguladığı bir kocakarı ilacı gibi görülen bağışıklama yöntemi, zaman içerisinde dönemin tıp uzmanları tarafından da desteklenmiş. Elbette o dönemde bu yönteme karşı çıkanlar ve suçlayanlar olduğu görülüyor. Bu kişilerin aşıları reddetme nedeni, bu yöntemin Tanrı’nın iradesine karşı çıkmak olduğu inancına dayanıyor. Bugün hâlâ insanlar bazı dini grupların da etkisiyle, hastalıkların kimlere bulaşacağı ve hatta kimlerin ölümüne neden olacağının yalnızca Tanrı’nın iradesine bağlı olduğunu savunarak aşı olmayı reddedebiliyor.

1790’ların sonunda çiçek hastalığı Avrupa’da yılda yaklaşık 400 bin kişinin ölümüne neden oldu. 1789 yılında İngiltere’de Edward Jenner’ın inek çiçeği lezyonundan ürettiği çiçek aşısı, aslında günümüz modern aşılarının temelini oluşturuyor. Çiçek aşısının bulunmasıyla birlikte modern aşılar, basit bir ifade ile hastalığa neden olan virüsün seyreltilmiş biçimde sağlıklı insanlara enjekte edilerek hücrelerin virüsü tanıması ve bağışıklık kazanmasını sağlamış durumda (Akyüz, 2021). 1800 yılına gelindiğinde ise, Avrupa’da 100 binden fazla kişi çiçek aşısı olmuşken, aşı karşıtlarının sesleri de yükselmeye başlamıştı. İngiliz doktor Benjamin Moseley’in başını çektiği bir grup, çiçek aşılarının daha önce görülmemiş hastalıklara neden olduğu, aşı olan bazı insanların yüzünün sığıra benzediği ya da inek kıllarıyla kaplandığı gibi iddialar ortaya atmışlardı. Bu noktada tıpkı 18.yy’da aşıların insanları hayvana dönüştüreceği, başkalaşım geçirteceği iddialarında olduğu gibi, 21.yy’da koronavirüse karşı geliştirilen aşıların da benzer sonuçlara neden olacağına dair yayılan yanlış bilgiler aklımıza geliyor. Koronavirüs aşılarının geliştirilmesi sürecinde de aşılara maymun ve domuz geni enjekte edileceği ve aşılanan kişilerin insan dışı varlıklara dönüşeceği gibi bilimsel dayanağı olmayan çeşitli iddialar, doktor unvanı taşıyan bazı kişiler tarafından gündeme getirilmiş ve daha sonra bu iddialar yanlışlanmıştı. Ne var ki bu tür iddiaların asılsız olduğu zaman içerisinde ortaya konsa da özellikle 19. yy başlarında, sıradan insanların bilimsel bilgiye henüz erişiminin oldukça kısıtlı olduğu dönemlerde, bu tür çarpıcı ve korku yaratan söylemlerin geniş kitleleri etkisi altına alması olası görülebilir.

19.yy’da Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünyanın bazı bölgelerinde aşı yasaları oluşturulmaya, bazı gruplar için aşı zorunluluğu getirilmeye ve devlet destekli aşı kampanyaları yapılmaya başlandığında, aşı karşıtlığı da devam ediyordu. Bu kez aşı karşıtı söylemler hak ve özgürlükler üzerinden yürütüldü, protestolar gerçekleşti. Bu dönemde bir yandan aşıların olumsuz etkileri hakkında söylentiler yayılırken, 20.yy’a gelindiğinde çiçek hastalığı oranlarında yaşanan düşüşler ile birlikte aşı çalışmalarının ivme kazandığına, çocuk felci, difteri, kızamık, kuduz gibi salgın hastalıkları önleyen aşılar geliştirildiğine de tanık olundu. 1923’te tetanoz, 1926’da difteri ve 1948’de boğmaca aşıları ve 20.yy’ın aşı teknolojisinde yaşanan gelişmeler ile bazı hastalıkların önlenmesi mümkün oldu. Bu dönemde aşı riskleri ve yan etkilerine dair etkin çalışmalar yürütülürken, aşılama oranlarının düştüğü bölgelerde ise bulaşıcı hastalıkların ölümle sonuçlandığı örneklere rastlandı. 21.yy’a yaklaşırken ise otizm ve kızamık, kızamıkçık, kabakulak (KKK) aşıları arasında bağlantı olduğu iddiası, aşı karşıtı söylemleri tekrar alevlendirdi. Andrew Wakefield isimli bir gastroenterolog, 12 arkadaşıyla birlikte 1998’de the Lancet dergisinde yayınladığı bir makalesinde, KKK aşısı olan çocukların otizme yakalandığını gösterdiğini iddia ettiği 12 vakalık bir çalışmanın bulgularını paylaştı. O dönemde Wakefield’ın bu iddiası aşı karşıtları arasında geniş yankı yarattı ve destek buldu. Fakat çalışma bilimsel olarak incelendiğinde metodolojik problemleri olduğu, bilimsel kriterlere uyulmadığı, Wakefield’ın verilerle oynadığı ve bazı gruplarla çıkar çatışması içinde olduğu ortaya kondu. Makale dergiden geri çekildi. Bu süreçte Wakefield’ın iddiası karşısında bilimsel çalışmalar yürütülmeye devam etti. Finlandiya, Kanada, Danimarka gibi pek çok ülkede yürütülen araştırmalar KKK aşıları ile otizm arasında bir bağlantı olmadığını saptadı (Dubé vd., 2015). Buna rağmen Wakefield’ın bu iddiası nedeniyle endişeye kapılan ebeveynlerin aşı karşıtı tutumları sonucu 1998-2003 yılları arasında Birleşik Krallık’da KKK aşılama oranı %92’den %80’e geriledi. 2010 yılında ise nihayet Wakefield’ın makalesi dergiden çıkarıldı ve Wakefield, doktorluk mesleğinden men edildi.

 

ÖNERİ – OKUYALIM
Aşı karşıtlığının en bilinen vakalarından biri olan Wakefield olayı hakkında daha detaylı bilgi edinmek için, Sarkaç’ta yer alan, “Wakefield Olayı ve Aşı-Otizm “Tartışmasının” İç Yüzü” başlıklı analize göz atabilirsiniz.

 

2000’lerin başında ortaya atılan ve tıp dünyasını bir süre meşgul eden, aşıların otizme neden olduğu iddiası, bugün hâlâ bazı çevreler tarafından aşılar hakkında üretilen komplo teorileri arasında kendine yer buluyor. Yine aynı dönemde, aşıların içeriğinin korunması için kullanılan timerosal maddesindeki civanın otizme neden olduğu iddialarının gündeme geldiği görülüyor. ABD’de o dönemde aşı karşıtlığının simgesi olan Doktor Mark Geier ve oğlu David Geier, timerosal ve otizm arasında bağlantı olduğunu öne süren birkaç çalışma yayınlasalar da, ABD Tıp Enstitüsü bu çalışmalarda ciddi metodolojik sorunlar olduğunu ortaya koydu. Fakat Geier’ler iddialarında ısrarcı olmaya, onay almamış bir ilaç ile sözde tedaviler üretmeye ve bu ilacı yüksek fiyatlarda insanlara satmaya devam etti. 2011’de bu ikilinin, ebeveynlere yalan söylediği ortaya çıkarılarak tıbbi ruhsatları iptal edilse de öne sürdükleri iddiaların, takviye ilaç kullanımı, çok fazla kan verme gibi bilimsel dayanağı olmayan yöntemlerin yayılmasına ve 2005’de bir çocuğun ölümüne neden olduğu tespit edildi.

Bu örneklerde dikkat çeken en önemli nokta, bu tür çarpıcı iddialar ile karşılaşıldığında bu iddialarda bilimsel dayanak aranması, iddiaların güvenilir kaynaklardan teyit edilmesi ve iddia sahiplerinin uzmanlıkların sorgulanması gerekliliği. Nihayetinde, uzmanlığımızın olmadığı bir konu hakkında tespitte bulunmak nasıl doğru bir tutum olmazsa, sağlık alanını ilgilendiren konularda da doğru bilgiyi ararken konunun uzmanına danışmak ve söylentilere değil bilimsel verilere güvenmek gerekiyor. Aksi halde alınan yanlış kararlar halk sağlığı için tehdit oluşturuyor ve ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.

4.1.3. Modern Aşı Karşıtlığı: Nedenler, İddialar

Tarihte ilk aşının bulunmasından bugüne kadar süregelen aşı karşıtı söylemler, mitler, türlü argümanlar, iddialar ve gizemli teorilerden besleniyor. Aşıların yan etkileri ve içeriğine dair ortaya atılan ve bilimsel dayanaklardan yoksun olan bu iddialar, başta ABD ve Avrupa olmak üzere tüm dünyada yayılmaya ve destek bulmaya devam ediyor. Bazı popüler figürlerin, ünlülerin ve sosyal medya fenomenlerinin de destek verdiği görülen aşı karşıtı hareket, komplo teorilerinin yayılmasına neden olarak insanlar arasında korku ve öfke gibi olumsuz duyguların tetiklenmesine yol açıyor. Bu duygular da insanların yanlış kararlar vermesine sebep olabiliyor.

ABD’de komplo teorilerinin en önemli destekçilerinden olan Kennedy ailesinin bazı üyeleri, Covid-19 döneminde de komplo teorileri ve aşı karşıtlığı hakkında toplumu etkileyen grupların başında geliyor. Eski ABD Başkanı John F. Kennedy’nin yeğeni olan Robert F. Kennedy Jr., bugün ABD’deki Çocuk Sağlığı Savunması (Children’s Health Defense) isimli aşı karşıtı grubun yöneticisi, bazı kaynaklara göre güçlü bir komplo teorisi savunucusu. 2021 yılının başında Facebook ve Instagram hesapları kapatılmış olsa da Kennedy’nin Covid-19 aşıları hakkında ürettiği yanıltıcı söylemler ve aşı karşıtı propagandalar sosyal medya platformlarında yayılmaya devam ediyor.

 

Araştırmacılar sosyal medya platformları Instagram, Facebook ve Twitter’da Covid-19 aşıları hakkında yayılan yanıltıcı söylemlerin arkasında aynı 12 kişi olduğunu ortaya koyuyor. Bu kişiler sosyal medyadaki aşı karşıtı söylemlerin %65’inden sorumlu. Robert F. Kennedy’de bu 12 kişiden biri olarak görülüyor (Center for Countering Digital Hate, 2021).

 

Bilimsel tartışmalardan uzak söylemlere dayandırılan aşı karşıtlığı, günümüzde Amerika ve Avrupa’da yükselen popülizm dalgasıyla gücünü artırıyor. Avrupa’da 14 ülkede, seçmenlerin siyasi parti tercihleri ve aşı karşıtı tutumları arasında bir ilişki olup olmadığını inceleyen bir araştırma yapıldı. The European Journal of Public Health dergisinde yayınlanan araştırma bulgularına göre 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde popülist partilere oy veren seçmen oranıyla aşıların önemsiz ve etkisiz olduğunu savunanların oranı arasında pozitif bir ilişki bulunuyor.

Aşı karşıtı söylemlerin bazı gruplarda karşılık bulması ve söylemlerin yayılması sebebiyle, ölümcül hastalıklar karşısında toplumsal bağışıklığın sağlanması için şart olan aşıların kullanım oranı düşüyor. Koruyucu tedbirlerin alınmaması veya geciktirilmesi bizleri ciddi bir halk sağlığı sorunuyla karşı karşıya bırakıyor. Peki, modern aşılara karşı çıkanlar, iddialarını yaygın olarak hangi söylemlere dayandırıyor ve neden aşı olmayı reddediyor?

Aşı karşıtlığında ortaya konan yaygın söylemlerden birinin, aşıların içeriğindeki maddelere ilişkin olduğunu görüyoruz. Aşıların, içeriğindeki kimyasal maddeler nedeniyle toksik olduğu, aşılardaki cıva, alüminyum, eter gibi maddelerin otizm ve benzeri hastalıklara neden olduğu, insanları kısırlaştırdığı veya hayvan genlerinin insanlara enjekte edildiği, aşı karşıtları tarafından ortaya konan yaygın iddialar arasında. Virolog Prof. Dr. Selim Badur’un aşıların içeriğindeki maddeler ile ilgili paylaştığı bilgilere göre, 1980’lerde çocuklar için yedi aşı kullanılıyordu ve bunlarda 3 bin kadar yabancı madde vardı. Bugün ise çocuklar için kullanılan aşı sayısı 14 iken bu aşıların içeriğindeki madde sayısı 3 binden 125’e düşürüldü. Yani aşı alanında yürütülen bilimsel çalışmalar ile çocukluk çağında önerilen aşı sayısı artmış olsa da daha saf içerikte aşılar üretilmesini sağlandı. Buna ek olarak, önceden aşıların koruyuculuğunun sağlanması için kullanılan cıva türevlerine günümüzde artık tek kullanımlık aşıların üretilmesiyle birlikte ihtiyaç kalmadığı da ifade ediliyor. Wakefield olayında olduğu gibi aşıların otizme neden olduğuna dair bilimsel bir kanıt bulunmaması aşı karşıtları tarafından yeteri kadar önemsenmiyor. Ya da aşıların içeriğinde yer alan ve kozmetik ürünlerde de kullanılan bazı maddelerin, yalnızca aşı üzerinden sorgulanması ve bu maddelerin sağlık üzerinde yarattığı olumsuz etkilere dair bilimsel kanıtların sunulamaması, aslında aşı karşıtı argümanların bilimsel bulgulara değil komplo teorileri ve popülist iddialara dayandığını ortaya koyuyor.

Aşı karşıtlığı söylemlerinden bir diğeri ise aşıların yan etkileri üzerinden yürütülmekte. Yapılan araştırmalar ve bilim insanlarının ifadeleri, aşıların etkinliğinin artırılması için aşılarda bulunan bazı maddelerin yan etki yaratma ihtimali olduğunu zaten ifade ediyor. Ancak aşı olmayarak hastalığa yakalanma ihtimali karşısında oluşabilecek etkilerin çok daha ağır seyredebileceği de vurgulanıyor. Dolayısıyla fayda-zarar dengesi üzerinden yapılan çalışma sonuçları, aşılanma lehine bir tespit sunuyor (Bozkurt, 2018). Bu noktada bilime güven konusu ön plana çıkıyor.

Yan etkiler konusunda değinilmesi gereken bir diğer konu ise, sağlık okuryazarlığının yeterli düzeyde olmaması ve bireylerin sağlık konusunda internet üzerinden yaptıkları aramalara göre karar vermeye yatkın olmaları. Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi sağlık okuryazarlığı olmayan kişiler, aşılar hakkındaki bilgileri internet ve sosyal medya üzerinden takip ettiğinde, bilimsel olmayan iddialardan ve komplo teorilerinden etkilenerek aşı karşıtı bir tutum sergileyebiliyor. Bu noktada arama motorları, aşı karşıtı internet siteleri gibi düşük kalitedeki sağlık bilgilerinin yayılmasında sorumluluğu bulunan araçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan bir araştırmaya göre arama motorlarının kullanıcı gizliliğine karşı yaklaşımı ile sundukları bilimsel bilginin kalitesi arasında ilişki olduğu ortaya konuyor. 4 farklı dilde ve farklı türlerdeki arama motorlarında “aşı ve otizm” araması yapıldığında, çıkan sonuçların %10-53 arasında bir oranda yeni aşı karşıtı internet sitelerini kullanıcıya listelediği görülüyor. Bu bağlamda arama motorlarının yalnızca kullanıcı gizliliği konusunda değil, aynı zamanda yapılan aramalarda sağlık okuryazarlığı düzeyini arttıracak nitelikli ve güvenilir bilgileri kullanıcıların karşısına çıkarma konusunda adım atması gerekliliği ortaya konuyor (Ghezzi vd., 2020).

2017 yılında Japonya’da yürütülen bir başka çalışmada ise sağlıkla ilgili bilgiler içeren 145 internet sitesi incelenmiş. Araştırma bulgularına göre bu internet sitelerinde sağlık profesyoneli olmayan kişiler tarafından yapılan paylaşımlarda daha basit bir dil kullanıldığı için bunların etki düzeyinin yüksek olduğu ve aşı karşıtı söylemlerin aşıyı teşvik eden mesajlara göre daha çok okunduğu verileri elde edilmiş (Balçık & Demir, 2021). Bir diğer çalışmada, özellikle ebeveynler tarafından oluşturulan sosyal medya hesapları ve internet sitelerinde, “aşıların önlediği hastalıklar” yerine “aşıların neden olduğu hastalıklar” gibi başlıkların daha çok ilgi gördüğü tespit edilmiş (Bozkurt, 2018). Bu noktada sağlık konusundaki bilgilerin, sağlık profesyoneli veya uzmanı olmayan kişiler tarafından kolaylıkla üretilmesi ve denetimsiz bir biçimde yayılmasının olumsuz etkileriyle karşı karşıya kaldığımız aşikâr. Sosyal medya platformları ve kapalı mesajlaşma gruplarında hızla yayılabilen aşı karşıtı iddialar, yanlış bilgi karşısında direnci düşük kişileri kolaylıkla etkileyebiliyor. Özellikle Covid-19 sürecindeki acil bilgi arayışında WhatsApp gruplarında hızla yayılan yanlış bilgilerin, bazı kişiler tarafından kolaylıkla benimsenerek paylaşılmaya devam ettiğini gördük. Bu bilgiler karşısında, İngiltere Müslüman Konseyi gibi bazı toplulukların kendi gruplarını bilgilendirme ve farkındalık artırmak için kendi doğrulama çalışmalarını yürüttüğü örnekler de oldu. Bu bağlamda uzmanlar tarafından doğru ve güvenilir bilgilerin farklı kanallardan yaygın biçimde paylaşılması önemli. Elbette burada öncelikle sağlık alanındaki kurumlara, sağlık çalışanlarına ve halk sağlığı uzmanlarına topluma doğru bilgileri aktarma konusunda önemli görev düşüyor. Aşı olunması ve olunmaması durumundaki sonuçların bilimsel veriler eşliğinde yalın bir dille ve doğru iletişim araçları ile topluma aktarılması ve diyaloğun artırılması oldukça önemli görünüyor.

Tamamlayıcı ve alternatif tıp ürünlerinin kullanımının yaygınlaşması, aşı reddine neden olan bir başka konu. Günümüzde klasik tıbbın önerdiği ilaç ya da aşı kullanımının yerine bitkisel ürünler veya alternatif tedavi yöntemlerini kullanmayı tercih eden kişi sayısı azımsanamaz düzeyde. Uzmanlar bilimsel verilere dayanmayan bu yöntem ve ürünlerin sağlık üzerinde yarattığı faydalarının sorgulanması gerektiğinin altını çiziyor. Bitkisel içerik veya doğallık üzerinden pazarlanan bu ürünlerin bir kısmının sertifikasız ve devlet kontrolünden uzak olmasının da yaratacağı olumsuzluklara dikkat çekiliyor (Balçık & Demir, 2021). Klasik tıbbın önerdiği ilaç ve aşıların sağlık otoriteleri tarafından denetlenmesi ve bu ürünlerin büyük bir kısmının ücretsiz veya düşük fiyatlar ile erişilebilir olmasına karşın, hastaların alternatif tıp ürünlerine ve tedavilerine oldukça yüksek fiyatlar ödeyerek erişmesi de rasyonel olarak değerlendirilmesi gereken bir başka nokta oluyor. Aromaterapi, homeopati, sülük tedavisi gibi yöntemlerin tıbbi tedavilerin yerini alamayacağını ve bu yöntemlerin çoğunlukla eğitimsiz ve sağlık uzmanı olmayan kişiler tarafından uygulanıyor olmasının büyük risk yarattığını da vurgulamak gerekiyor (Bozkurt, 2018).

Aşıların uygulandığı ilk dönemlerden bugüne süregeldiği üzere dini nedenlerle aşılanmanın reddedilmesi, yani hastalıkları Tanrı’nın gönderdiği ve buna karşı aşı ile önlem almanın Tanrı’nın iradesine karşı gelmek olduğu düşüncesi hâlâ yaygın. Örneğin Müslüman toplumlarda bazı muhafazakâr kesimlerin, bilimin ve bilimsel bilginin Batı merkezli olduğu algısıyla Batı’ya duydukları güvensizliği bilimle ilişkilendirilmesi söz konusu (Akyüz, 2021). Bunun yanı sıra aşıların, büyük ilaç şirketlerinin kâr elde etmek için kullandıkları bir araç olduğu, dünya nüfusunu kontrol altında tutmak isteyen zenginlerin aşılar ile yönetimsel gücü elinde tuttuğu gibi iddialar, bilimsel olmayan söylemler ve komplo teorileriyle harmanlanarak aşı karşıtlığına dönüşüyor. Siyasi kimlikler, ideolojiler veya bedenin kutsal olması, dokunulmaz olması gibi savlar bireylerin aşı olmayı reddetmelerindeki belirleyiciler arasında (Freeman vd., 2020).

 

ÖNERİ – DİNLEYELİM:
Sinan Alper’in Bu İnsanlar Neden Böyle? başlıklı podcast kanalında yer alan “Aşı Karşıtlığının Psikolojisi” adlı yayınını dinleyebilirsiniz.

 

İçinde bulunduğumuz hakikat sonrası çağda bilimsel kazanımlara duyulan kuşku artarken, iklim krizi veya aşı karşıtlığı gibi konularda bilimsel bilgilerin yerini popülist söylemlerin aldığına şahit oluyoruz. Bilimsel konularda uzmanların aktarımlarının yerine popüler figürlerin anlattıkları daha etkileyici bulunabiliyor ve nesnel verilerle ele alınması gereken konular, bilim dışı savlarla ve yanlış bilgilerle tartışılır hale geliyor. Dünyadaki siyasal ve sosyal iklimin hakikat sonrası çağın özelliklerini taşıdığı ve komplo teorilerinin yaygınlaştığı bu dönemde, koronavirüse karşı geliştirilen aşılar hakkında da aşı karşıtı söylemler artış göstermiş durumda. Bu bağlamda, etkileri hâlâ sürmekte olan Covid-19 pandemisinde üretilen komplo teorileri ve aşı karşıtı iddialara yakından bakmak önemli görünüyor.

4.1.4. Covid-19 Aşılarına Karşı Savlar ve Komplo Teorileri

Covid-19 pandemisinin başladığı dönemde yaşanan panik ve endişe ortamında, hali hazırda var olan komplo teorilerinin koronavirüsle ilişkilendirildiği yeni versiyonları hızla üretilip yayıldı. Covid-19 komplo teorilerinin yarattığı en önemli risk, toplum sağlığı üzerinde yarattığı tehlikeydi. Çünkü bilimsel ispatı olmayan bu teorilere inananların virüsten korunmaya yönelik tedbirlere uymaması veya aşı olmayı reddetmesi, yalnızca kendi sağlığını değil tüm toplumun sağlığını olumsuz etkileme riskini beraberinde getirdi. Komplo teorilerinde sıklıkla kullanılan gizli güçler söylemi veya düşman yaratma eğilimi, toplum içerisinde radikalleşmenin, nefret söyleminin ve kutuplaşmanın artmasına sebebiyet verdi (The Swedish Civil Contingencies Agency, 2021). Aynı zamanda komplo teorisyenlerinin kullandığı retorik güçten etkilenen bazı bireyler, bu kriz döneminde kurumlara ve sağlık otoritelerine karşı güvenlerini yitirdiklerinden salgınla mücadele için risk oluşturan kararlar almaya başladı. Koronavirüs aşılarına güvenmemek ve aşı olmayı reddetmek de bu kararların başında geldi.

 

DÜŞÜNELİM
Covid-19 pandemisinde yayılan aşı karşıtı söylemlerden en sık rastladıklarınız hangileri oldu? Sizce bu söylemler pandemi yönetimini ve pandemiyle mücadeleyi nasıl etkiliyor?

 

Covid-19 pandemisinde yayılan komplo teorilerine temel başlıklar altında kısaca değinmek gerekirse, ilk akla gelen noktalar şöyle: Virüsün Amerika mı yoksa Çin kaynaklı mı olduğu tartışıldı; virüsün ve hastalığın yayılımıyla ilgili komplo teorileri üretildi ki bundan en çok 5G teknolojisi nasibini aldı; virüsün kimleri hasta ettiği, kimlerin virüsten korunduğu ve virüsün ölümcüllüğü hakkında türlü iddialar ortaya kondu; siyasetçilerin ve sağlık kurumlarının virüsle mücadeledeki uygulamaları sorgulandı; virüsün neden bu dönemde ortaya çıktığına dair teoriler üretildi (The Swedish Civil Contingencies Agency, 2021), büyük ilaç şirketlerinin virüsün ortaya çıkışında parmağı olduğu veya teknoloji patronlarının ve gizli birtakım güçlerin zihin kontrolü için aşılama yapma bahanesiyle virüsü ürettiği iddia edildi. Benzer biçimde Covid-19 aşıları ve bu aşıların ne amaçla kullanıldığı hakkında pek çok spekülatif görüş ortaya atıldı. Böylelikle Covid-19 döneminde aşı ile ilgili ortaya atılan komplo teorileri, pandemiden önceki dönemde komplo teorisyenlerini meşgul eden iki düşünceyi bir araya getirmiş oldu: aşıların reddedilmesi ve mikroçipler aracılığıyla zihin kontrolü sağlanacağı iddiası.

Türkiye’de aşı dezenformasyonu üreten aktörlere ve söylemlerine odaklanan çalışmaya göre, sosyal medya Covid-19 pandemisinde aşı karşıtı anlatıların merkezi oldu. Çalışmada incelenen 36 aktörün 2020-2021 yıllarında Ocak-Eylül dönemleri arasında attıkları tweetlerin etkileşiminde artış görüldüğü saptandı. Rapora göre bu artış, bir sene içerisinde doğrulama kuruluşları ve halk sağlığı uzmanlarının konuyla ilgili yaptığı çalışmalar ve açıklamalara rağmen, aşı karşıtı aktörlere duyulan ilginin azalmadığını ortaya koyuyor. Aşı karşıtı olan bu aktörler genel olarak aynı söylemleri kullanıyor. Türkiye’deki aşı karşıtlarının sosyal medyadaki söylemlerine bakıldığında; mRNA aşılarının Bill Gates, Uğur Şahin ve diğer küreselcilerin bir oyunu olduğu, Bill Gates’in Sinovac, Moderna ve Pfizer aşılarına çip yerleştirerek insanları kontrol etmeyi planladığı ve bunun için Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlarla iş birliği yaptığı öne sürülüyor. Bu anlatılarda “biyoterörist”, “küresel çeteler”, “illüminati” gibi komplo teorilerinde sıklıkla karşılaşılan terimlere yer verildiği de tespit edilmiş. Mikroçipler aracılığıyla totaliter rejimlerin ve aktörlerin insanları kontrol etmeyi planladığı iddiaları, Covid-19 pandemisinden önce yayılmaya başlamıştı. “Biohacking” kavramı üzerinden yürütülen bu iddialarda, bileğe yerleştirilen çiplerle insan dışı bir diktatörlüğe geçileceğini öne süren komplo teorisi destekçileri vardı. Pandemi sürecinde, koronavirüs aşılarının bu çiplerin yerleştirilmesinde kullanılacağı iddiası, Bill & Melinda Gates Vakfı’nın aşı destekçisi olmasıyla birleştirildi ve çipler meselesi 5G teknolojisiyle de ilişkilendirilerek konuyu Bill Gates’e bağladı (The Swedish Civil Contingencies Agency, 2021). Bunların yanı sıra, koronavirüs aşılarıyla ilgili olarak ortaya atılan ve toplumsal bağışıklığın sağlanması karşısında engel oluşturarak pandemiyle mücadeleyi sekteye uğratan aşı karşıtı söylemlerin bazıları şöyle sıralanıyor:

 

RNA aşılarının insan DNA’sını değiştireceği iddiası
Covid-19 aşılarının mıknatıslanmaya neden olacak kadar metal içerdiği iddiası
Covid-19 aşılarının insan vücudunda zehir ürettiği iddiası
Covid-19 aşısı ile insanlara maymun ve domuz geni enjekte edileceği iddiası
Aşı üreticilerinin aşı olmasının yasak olduğu iddiası
Covid-19 aşısının kalp krizi riskini artırdığı iddiası

 

Görüldüğü gibi tarih boyunca karşılaştığımız aşı karşıtı söylemler, Covid-19 pandemisinde koronavirüse karşı geliştirilen aşılar için de benzer şekilde kullanılmakta. Sokağa çıkma yasaklarının aslında insanların kontrol edilmesi üzerine yapılan planlar olduğu; virüsün yayılımını önlemek için maske kullanılması gerekliliğinin aslında insanların beyninde kalıcı hasar bırakma niyetinde olan süper güçlerin bir hamlesi olduğu gibi absürt iddialar komplo teorileriyle birleştirilerek kitlelere yayıldı ve halk sağlığına ciddi tehdit oluşturdu. Özellikle salgının ilk dönemlerinde yaşanan endişe ortamıyla birlikte, bilime ve kurumlara duyulan güvensizlik, analitik düşünme becerilerinin gerilemesi gibi sebepler, sosyal sermayesi ve eğitim düzeyi düşük kişilerin komplo teorilerine daha fazla yönelmesine sebebiyet verdi (Bozkurt, 2020). Olağanüstü hacimde dolaşıma sokulan bilgi yığınları karşısında bazı insanlar kafalarındaki sorulara panik halinde yanıt ararken, bu yanıtların komplo teorilerinin sunduğu kısa ve her şeyi açıkladığını iddia eden söylemlerde olduğuna inandı.

4.1.5. Türkiye'de Covid-19 Döneminde Komplo Teorileri

Bizim TÜBİTAK araştırmamızın odak noktalarından biri de bireylerin komplo teorileri hakkındaki tutumları ve bu teorilere katılıp katılmadıklarını öğrenmek üzerineydi. Bir önceki bölümde de aktardığımız üzere görüşülenlerin %56’sı virüsün ABD ya da Çin gibi büyük güçler tarafından üretildiğine inanmakta, %52’si hükümetlerin paylaştığı koronavirüs istatistiklerini güvenilir bulmamakta, %50’si koronavirüsün Çin’deki bir laboratuvarda üretilip kaza sonucu dünyaya yayıldığına inanmaktaydı (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020). Türkiye çapında yürüttüğümüz çalışmada koronavirüs komplo teorilerine yönelik istatistiki verilerin tamamı şöyledir:

 

Şekil 4.1: Koronavirüs ile ilgili komplo teorilerine yönelik inanç (Görüşe katılanların oranı) (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020)

 

Türkiye’de Covid-19 hakkında dolaşan bu komplo teorilerini üç kategoride ele almak mümkün:
1. Hükümetler hakkında komplo teorileri: Hükümetlerin kendilerini başarısız göstermek istemedikleri için istatistikleri çarpıttıkları, yaşlı nüfustan kurtulmak ya da herkesi gözetlemek için bu hastalığı yaydıkları gibi teoriler,
2. Koronavirüs etkisi hakkında komplo teorileri: Hükümetlerin hastalığın öldürücülüğünü abarttıkları, insanların aşı yaptırmasının hastalığı yaydığı ve hükümetlerin bu hastalığı abartarak kendilerine bahane yarattıklarına dair teoriler,
3. Koronavirüs kaynağı hakkında komplo teorileri: Koronavirüsün Çin’deki bir laboratuvarda üretilmiş olduğu ya da ABD ve Çin gibi büyük güçlerin bu hastalığı yaydığına dair komplo teorileri (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020).

 

İlk olarak hükümetler hakkında komplo teorilerine inanç ile demografik özellikler arasındaki ilişkiye baktığımızda ise elde ettiğimiz veriler, eğitim düzeyi düşük kişilerin ve kırsal kesimde yaşayanların bu teorilere daha az inandığını gösterdi. Aynı zamanda katılımcılara uyguladığımız Bilişsel Yansıtma Testi sonuçlarına göre başarı düzeyi yükseldikçe bu tür komplo teorilerine inancın azaldığı görüldü. Koronavirüsün etkisi hakkındaki teorilerde ise demografik değişkenlerin etkisi olmadığı, yani bu tür komplo teorilerinin tüm gruplar arasında eşit derecede yaygın olduğu görüldü. Son olarak koronavirüs kaynağı hakkındaki teorilerde eğitim düzeyi yüksek olan ve Bilişsel Yansıtma Testi başarısı yüksek kişilerin bu tür teorilere daha az inandığı görüldü.

Araştırmamızda elde ettiğimiz bir başka veri ise, komplo teorilerine inanç ile koronavirüs hakkında yayılan, örneğin işkembe, kelle paça çorbası gibi besinlerin koronavirüse karşı koruyuculuk sağladığı veya koronavirüsün yarasa çorbası yiyenlerden bulaştığı gibi yanlış bilgilere inanç arasında önemli bir ilişki olduğudur (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020). Diğer bir deyişle komplo teorilerine inanan kişiler, Covid-19 döneminde yayılan yanlış bilgilere inanmaya yatkındır. Bu bağlamda infodemi ortamında dolaşan ve yayılan doğruluğu kanıtlanmamış bilgiler karşısında, komplo teorilerine inanan kişilerin daha düşük dirence sahip olduğu söylenebilir.

 

 Şekil 4.2: Koronavirüs Hakkında Yanlış Bilgiler (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020)

 

4.1.5. Türkiye'de Aşı Karşıtlığı

Tüm dünyada aşıların yarattığı olumsuz etkiler ve pandeminin gerçekliğine dair sorgulamaların Türkiye’de de yankı bulduğunu söyleyebiliriz. Aşı dezenformasyonu yayan aktörler, sosyal medyayı etkin kullanan bazı gazeteciler, siyasi aktörler, doktorlar ve ünlüler gibi farklı gruplardan oluşuyor. Bu aktörlerin sosyal medyada, özellikle de Twitter’da hashtagler ve anahtar kelimeler ile etkileşim arttırdığı görülürken, aşı, insan, dünya, maske, virüs gibi kelimelere ve “büyük oyun” gibi dikkat çekici söylemlere başvurduğu görülmekte. Pandeminin başından itibaren virüsün gerçek olmadığı, aşıların insanları kontrol etmek için üretildiği veya zaten hiçbir faydası olmadığı gibi türlü iddialar ortaya koyan aşı karşıtları, 11 Eylül 2021’de İstanbul’da “Büyük Uyanış Mitingi”nde bir araya geldi. Teyit ekibinden Seçil Türkkan, mitinge katılarak edindiği gözlemleri paylaştığı yazısında, miting alanında küreselcilik söyleminin sıklıkla kullanıldığından, katılımcıların dünyayı yönetme amacında olan kötücül güçlere sıklıkla vurgu yaptığından bahsediyor. Büyük Uyanış Mitingi katılımcılarının tek bir grup veya siyasi kimliğe ait olmadığına, eğitim düzeyi veya seküler/muhafazakâr ayrımı gibi bir kategorilendirme yapılamayacak çeşitlilikte olduğuna da dikkat çekmek gerekiyor.

Pandemi sürecinde yanlış bilginin yayılımı ve infodemi kriziyle birlikte, Türkiye’deki aşı karşıtı söylemlerde sosyal medyanın etkisini ölçmeye yönelik bazı araştırmalar yürütüldü. Örneğin akademisyen ve “Doğruluğu Ne?” platformu kurucusu olan Akyüz (2021), Türkiye’de internet ve sosyal medya kullanıcılarının pandemi dönemindeki iletişim pratikleri ve siyasi kimlikleri ile aşı tutumu ve karar alıcıların şeffaflığına yönelik algısı arasındaki ilişkiyi araştırdı. Elde ettiği bulgular, Twitter ile kıyaslandığında Facebook kullanımı arttıkça komplo teorilerine inancın arttığını ortaya koyuyor. Yine aynı araştırmada şeffaflık ve güven kavramı arasındaki ilişkide, Türkiye’de pandemi yönetiminde kurumların değişen bazı tutumlarının, örneğin vaka ve hasta sayısı kavramlarında değişiklik yapılmasının, toplum içinde güven duygusunu azalttığına, önlemlere ve aşılanmaya uyuma zarar verdiğine değinilmiş. Sosyal medya platformlarının, sağlık alanında uzman olmayan veya bilimsel tartışma yürütecek yetkinliğe sahip olmayan pek çok aşı karşıtı “fenomen” için uygun alanlar olduğunu biliyoruz. Bu ortamlar aynı zamanda aşı karşıtı hareketin etki alanını artırmasına sebebiyet veriyor. Aşı karşıtlarının sosyal medya platformlarındaki paylaşımlarını Instagram örneği üzerinden inceleyen bir araştırma, Instagram’da aşı karşıtı paylaşım yapan hesapların çoğunun anonim olduğunu, bilimsel argüman sunmadığını ve sağlık bilgisi ve yeterliliği olmayan kişiler olduğunu ortaya koymakta (Taşçı & Gökler, 2021).

2020 yılında infodemiyle mücadelede bireylerin yanlış bilgi karşısındaki tutumlarını anlamak üzerine yapılan TÜBİTAK araştırmamızda yürütülen anket çalışmasında katılımcılara aşılarla ilgili de sorular yöneltildi. Henüz Türkiye’de aşılamanın başlamadığı dönemde yürütülen çalışmada, Türkiye kökenli bir aşıyı yaptırma eğilimine bakıldığında katılımcıların %58’lik bir kısmı bu aşıyı yaptıracağını belirtmişti. Bu oranlar Almanya kökenli bir aşı için %39, ABD kökenli bir aşı için %31 ve Çin kökenli bir aşı için %29’da kalmıştı. Görüşülen kişilerin aşı yaptırma eğilimlerinin belirleyicilerine dair yapılan analizlere göre ise şu sonuçlar elde edildi:

Türkiye kökenli bir aşıyı yaptırma söz konusu olduğunda:

  • Kadınların daha az, 55 yaş üstü kişilerin daha fazla eğilimli olduğu görüldü.
  • Hükümetler Hakkında Komplo Teorileri’ne inanç arttıkça, aşıyı yaptırma eğilimi azalırken;
  • Koronavirüs Kaynağı Hakkında Komplo Teorileri’ne inanç arttıkça aşıyı yaptırma eğilimi artmakta.
  • Devlet Kurumlarına güven arttıkça aşıyı yaptırma eğilimi artmakta.

  Genel olarak dış ülkeler kökenli bir aşıyı yaptırma söz konusu olduğunda:

  • Kadınların daha az aşıyı yaptırma eğilimi taşıdığını görüyoruz.
  • Genel olarak Komplo Teorileri’ne inanç aşı yaptırma eğilimini arttırırken,
  • Virüsün Kaynağı Hakkında Komplo Teorileri’ne inanç aşı yaptırma eğilimini azaltıyor.
  • Bilim kurumlarına güven arttıkça dış ülkeler kökenli bir aşıyı yaptırma eğilimi artıyor.

   Ülkeler bazında baktığımızda:

  • Almanya kökenli bir aşıyı yaptırmaya Komplo Teorileri’ne daha fazla inanan ve Bilim Kurumları’na güveni daha fazla olan kişilerin daha fazla eğilimli olduğunu;
  • ABD kökenli bir aşı söz konusu olduğunda kadınların daha az eğilimli olduğunu, Bilişsel Yansıtma skoru arttıkça aşı yaptırma eğiliminin arttığını, Koronavirüs Kaynağı Hakkında Komplo Teorileri’ne inanç arttıkça bu aşıyı yaptırma eğiliminin azaldığını;
  • Rusya kökenli bir aşı söz konusu olduğunda, eğitim düzeyi düşük olanların bu aşıyı yaptırmak istemediklerini; Hükümetler Hakkında Komplo Teorileri’ne inanç arttıkça bu aşıyı yaptırma eğiliminin azaldığını, Uluslararası Kurumlar’a ve Bilim Kurumları’na güven arttıkça aşıyı yaptırma eğilimin arttığı görüldü.

Bu sonuçlar analiz edildiğinde, genel olarak Koronavirüs salgınının önlenmesinde önemli bir rol oynayacağı söylenen aşıları yaptırma konusunda Türkiye kamuoyunun pek de istekli olmadığı saptanmıştı. Genel olarak komplo teorilerinin ve özel olarak Koronavirüs Komplo Teorileri’ne inanmanın da bu isteksizliği arttırdığı gözlemlenmişti. Aynı zamanda kurumlara güven konusunun da aşı yaptırma eğilimine doğrudan etkisi olduğu görülmüştü (İnfodemiyle Etkin Mücadele, 2020). Söz konusu araştırmanın üzerinden bir yıl geçti ve bu bir yıl içindeki gelişmeler ve aşılanma süreci ile bu oranlar tabii ki değişime uğradı. Ancak aşılar hakkındaki komplo teorilerinin yayılmaya ve etkisini sürdürmeye devam ettiği de bir gerçek.

Sağlık ve medya okuryazarlığı seviyesinin düşük olması, bilimsel bilginin bireysel düzeyde yeteri kadar anlaşılır biçimde yaygınlaştırılmaması, sosyal medyanın denetimden uzak yapısı, kurumlara güvenin sorgulanması ve hakikat sonrası dönemin özellikleri, Covid-19 salgınındaki aşı karşıtı hareketin lehine sonuçlar vermekte. Pandemi ile mücadele sürecinde aşılar hakkında yanlış bilgi ve inanışlar, salgının sona ermesinin önünde engel oluşturuyor. Koronavirüsün çeşitli varyantlar ile dönüşümüne tanıklık ettiğimiz bugünlerde, virüsün etkisinin azaldığına dair bilimsel veriler var ancak yeni varyantlar ile virüs, hastalığın bulaşma hızını artırarak varlığını sürdürmekte. Bu bağlamda da aşı karşıtlığı kelimenin tam anlamı ile hayati önemde bir örnek.